28 Ağustos 2011 Pazar

KAYIT ALTI: Bu ışık bilince mi bilinçaltına mı ait?

28.08.2011 (Taraf)

4
Oğuz Büyükberber
Lin Records
Özellikle bas klarnetteki dünya standartlarını aşan virtüözitesi, doğaçlamayı tanımlayan bakış açısı, pek çok tür ve coğrafyadan damıttığı müzikal tadı ve teknik mükemmelliğine rağmen duyurmayı başardığı doğallığıyla hepimizin tanıdığı bir isim Oğuz Büyükberber. Sanatçı yeni albümünü Lin Records etiketiyle yayınladı. 
Büyükberber’in piyano, elektronikler ve görsel alandaki hakimiyetini de hissettiren bir albüm 4. Adı gibi dört bölümden oluşuyor. İlk bölüm Berlin’de boş bir binada kaydedilmiş. Büyükberber klarnet ve bas klarnetiyle baş başa. İkinci bölümde piyano başındaki sanatçıya elektrik basta Demirhan Baylan, davulda sırayla Cengiz Baysal ve Cem Aksel eşlik etmiş. Üçüncü bölümde ise elektroniklerle şekillenen oldukça “zor” bir parça var. Dördüncü bölüm, lisans derecesini Mimar Sinan Üniversitesi İç Mimarlık bölümünden alan ve müzikle görsellerin birbirini beslemesine izin veren sanatçının bizim için hazırladığı eskiz, resim ve fotoğraflardan oluşan 32 sayfalık bir kitapçıktan oluşuyor.
Büyükberber albümde, bireysel bilinçdışında bulunan yüzünü; yani içinde taşıdığı “gölge”sini bizlerle paylaşıyor sanki. Yer yer beliren ışık, zannettiğimiz gibi bilince mi yoksa bilinçaltına mı ait, kafa karışıyor... İrade dışı sandığımız “rüya” doğanın sesi olarak karşımıza çıkarken, insan önce dışa sonra içe dönüyor. Özellikle ilk bülümde, boş odanın içine uzaklardan geliyor gibi duyulan ses, oluşturulan bu bilinçlaltını derinleştiriyor...
Gülümseten bir titizlikle hazırlanmış bu albümü mutlaka edininiz...


Kırkaltı
Kırkaltı
P. İ. Müzik
Bazen hatırlamak tanımaktan çok daha kıymetli. Drum&Bass Magazine’in yeni sayısıyla hediye 
edilen Kırkaltı albümünü dinlerken böyle düşündüm. Albüm aslında 2008’de çıktı. Piyasadaki en iyi albümlerden biriydi, şimdi de öyle. Yalnızca dinleyicinin menfaati için, daha çok tanınıp dinlenmeliydi. Vokalde Emrah Kara, gitarda Barlas Özemek, basta Gürkan Bozacı, davulda 
Onur Öztürk’ten oluşan grup ismini Türk Ceza Kanunu’nun 46. maddesinden almış: “Fiili işlediği zaman şuurunun veya harekâtının serbestisini tamamen kaldıracak surette akıl hastalığına duçarolan kimseye ceza verilemez” Ekip önümüzdeki günlerde, ikinci albüm çalışmasına başlıyor. Çalışmayı, kendi stüdyolarında ve “3 Kulaklı 1 Adam” isimli kendi prodüksiyon şirketleri bünyesinde yürütecekler. Bu albümde bizleri yeni bir sound bekliyor. Emrah Kara, şimdilik “toprağa yakın, mümkün olduğunca doğal” diye anlatıyor bu sesi. Ekip bu albümü daha iyi tanıtmaya kararlı. Yine de, “kimse bizden alışık olunan işlerden beklemesin” diyen Emrah Kara, ilk albüm için bakın Drum & Bass’a neler söylemiş: “Artık sizindir, sadece bizim değil. Dinleyin, dinletin, paylaşın, çoğaltın, bu birliğe güç katın. Güç katın ki biz ve bizim gibi onlarca müzisyen güzel ve kaliteli işleri yayınlamak ve paylaşmak için daha çok güç bulsun” Kırkaltı’yı önümüzdeki bahardan itibaren sahnede izlemek mümkün olacak.


If Not Now, When?
Incubus
Epic Records
Hemen belirtmeliyim, Incubus’un  bu yeni soun’u nedeniyle hayal kırıklığına uğrayanlaran değilim. Hatta albümün grubun en iyi işlerinden biri olduğunu düşünüyorum. If Not Now When, 20 yılı aşan birlikteliğin ardından, birbirini içselleştirmiş üyelerin “ortak” tadını taşıyor. Albüm öyle derli toplu ki, “neden şimdi değiştiniz” türünden sorulara, “şimdi değilse ne zaman? Zamanı gelmişti” diye cevap veriyor. Evet, albüm öncekilere kıyasla çok daha sakin; fakat bu sakinlik pop’a; popüler olana kayış falan değil. Bunca yıldan sonra albümün kapağındaki cambaz gibi, riskli bir iş yapmışlar ve bu işle gurur duyduklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Gitarist Mike Einziger, bir röportajında, “20 yıl boyunca dünyayı gezerek verdiğimiz konserler, aldığımız ödüller... Artık çocuk değiliz... Yapmak isteiğimiz, hayal ettiğimiz her şeyi yaptık, bu yedinci albümü hazırlarken, bize hayallerimiz değil, kim oluğumuz ilham verdi” diyor...


Girab-ı Mihnet

Erdal Erzincan

Kalan


Erdal Erzincan, ‘Diyardan diyara uzun uzun “ey” çekerek haykırmak ve bir çok şeyi bu iki harfin içine gizlemek Anadolu insanının hünerinden başka bir şey olamaz’ diyerek köklerini aramaya devam ediyor.

Anadolu’da, Geleneksel müziğin en bilinen çalgılarınan biri olan bağlamanın usta-çırak ilişkisi içinde yaygınlaştığını hatırlatan Erdal Erzincan, “bu geleneği sürüren sanatçıların büyük şehirlere yerleşmesiyle işler değişti” diyor. Özellikle konservatuarlar ve kurslarla şekillenen yeni eğitim modeli, geleneksel müziğin icra alanını genişletip, bağlamanın teknik kapasitesini yükseltirken “çalıp-söyleme” geleneğinin yeterince dikkate alınmadığını hatırlatıyor.

İşte bu sebeple, Erzincan, “Her türlü yarayı topluma pay ederek sarmayı başarabilmiş aşıklar”a tutunan 16 ezgiyi bağlamasıyla çalıp, söylüyor...

23 Ağustos 2011 Salı

Tom Waits'in yeni albümü 25 Ekim'de!



Tom Waits yedi yıl aradan sonra, tümü yeni parçalardan oluşan ilk stüdyo kaydını 25 Ekim'de dinleyiciyle buluşturuyor.



22 Ağustos 2011 Pazartesi

Enstrümanımla uçmak istiyorum

22.08.2011 (Taraf)


Bir hava yolu şirketi, müzisyenlerin yanlarında taşımak zorunda olduğu enstrümanlarını uçak kabinine sokmasını zorlaştıracak kurallar getirdi. Müzisyenlere “ya bir bilet daha alacaksınız ya da enstrümanınızı bagajda taşıyacaksınız” dendi. “Enstrümanıma Dokunma” isimli bir kampanyayı doğuran bu uygulamayı bahane edip, Drum and Bass Magazine ve Gitar Dergisi’nin kurucularından başarılı davulcu Ediz Hafızoğlu’yla buluştuk. Ve anladık ki, önümüzdeki günlerde ülkemizin müzik sahnesi örgütlü mücadeleyle yeniden tanışacak...

Hafızoğlu’nun Dünyada böyle bir şey yok” diye anlatmaya başladığı enstrümanlara yönelik uygulama, uçaktaki yolcuların el bagajlarına daha geniş bir alan ayırabilmeyi bahane ediyor. Hafızoğlu durumun akılcılığını şu sözlerle tartışmaya koyuluyor: “Oysa grupça biniyoruz uçağa. Bir grupta yedi kişi var. Bunlardan ikisi gitar çalıyor. Yedi kişinin zaten o kadar yeri var”  Havayolu şirketine bu argüman sunuluyor, cevap: “gitar telini söküp insan boğabilirsin”.
“Enstrümanların boyutlarına bir sınırlama getirebilirler” diyor Hafızoğlu, “ama 50 cm diyemezsin”; çünkü “Dünyada öyle bir şey yok . Bir de İstanbul’dan uçarken olmaz diyorlar, Adana’dan alıyorlar. Tutarlılık yok. Avrupa’da önden anons yapıyorlar, müzisyenler enstrümanlarını koysun diye. Ondan sonra yolcu alıyorlar.” Müzisyenlerin çok zor koşullar altında geçimlerini sürdürdüklerine dikkat çeken Hafızoğlu devam ediyor: “Zaten onla para kazanıyorsunuz, onla geçiniyorsunuz. Koltuk satın al, diyor sana. Zaten o kadar paraya çalıyorsun. Zaten o parayla kiranın bir bölümünü ödüyorsun. Çok pahalı bir hayat yaşıyoruz, neden bir de böyle zorluklar çıkarıyorlar?”  “Enstrümanıma Dokunma” kampanyası hem umutlu hem de oldukça barışçıl. Hafızoğlu:  “Şirketlerle mutlaka bir anlaşmaya varacağız ve problemi atlatacağız. Kavga etmek yerine pozitif bir şekilde bu sorunu nasıl çözebiliriz diye konuşmak istiyoruz” diyor...

Fakat, sorunlar bununla bitmiyor. Hafızoğlu’nun asıl derdi “ana sorun”la. Problemin zihniyete; yani politikalara ilişkin olduğunu düşünüyor: “En önemli sıkıntı devlet politikası. Eğitim sanat devlet politikalarıyla desteklenmedikçe bu ülkeden cacık olmaz. Bize de yutturmaya çalışmasınlar.” Şu anda yaşanan pek çok sıkıntının toplumun politikadan uzaklaşmasından kaynaklandığını savunuyor Hafızoğlu: “Kapitalizm çok basit temeller üzerine kurulu. Oy verenler eğitimsiz olmalı ki kandırılabilsinler. 1950’lerden beri darbeler, her şey, toplumu buraya sürükledi. İnsanlar bir araya gelip bir şey yapmadılar. Müzisyenler de aynı.”  Bu sözler üzerine müzisyenlerin haklarını örgütlü biçimde savunması ve iktidar üzerinde bir baskı unsuru olmasını kolaylaştırmak için, yıllardır hasret olduğumuz bir örgütlenmenin kurulduğunu müjdeliyor: “Serbest Müzisyenler ve Yapımcılar Derneği”. “Birlik olmamız gerekiyor, bir yerde toplanmamız gerekiyor” diyen müzisyen, amaçlarını “Biz bu güne kadar yapılmayanı yapmak istiyoruz. Mesela enstrümanlarının üzerindeki yüksek vergileri konuşmak istiyoruz” diye anlatıyor ve sendika eksikliğini hatırlatıyor: “Bugün bırakın bir gazinoyu Tarkan’ın yanında çalışıyorsanız bile, sigortanız yok. Bu konuda şimdiye kadar sunulan en elle tutulur şey CHP’nin seçimden önce sunduğu programda vardı”Çözüm yollarından biri, sanatın toplum tarafından içselleştirilmesi Hafızoğlu’na göre. Başarılı Davulcu, cazın zenginlere hitabeden bir müzik türü gibi algınışından da rahatsız. Bu müziğin geniş kitlelere yayılması için öğrenciler tarafından dinlenmesi gerektiğini savunan Hafızoğlu’na göre bunun önündeki en önemli engel ekonomi: “Bir öğrencinin caz kulübe girebilmesi için en az 15-20 lira gerekiyor.  Öğrenci değilsen 30-35 lira ödüyorsun.  Biraz daha popüler bir konsere gitmek için 40-60 lira ödüyorsun. Haftada 2-3 girebilmesi gerekiyor ki, oradaki müzisyenlere aşina olabilsin. Bu sadece içeri giriş parası. Ama tabi bu ücretler ödenen vergilerle alakalı. Devlet politikası. Devletin desteklemesi gerekiyor... Sistem bu mekânları destekleyecek ki giriş bedava olsun...”

Ediz Hafızoğlu alternatif ve standartların üzerinde işler yapan müzisyenleri bir araya getirmek, onları bizlerle buluşturabilmek  amacıyla bağımsız bir müzik şirketi de kurdu: Lin Records. Alper Yılmaz’ın ve Oğuz Büyükberber’in albümleri yakın zamanda dinleyiciyle buluştu. Firma şu sıralar “Korhan Futacı ve Kara Orkestra” ile “Kolektif İstanbul” albümleri için hazırlanıyor... Ancak açık ki, bu alternatif ve standartların fersah fersah üzerindeki işlerin ana akım medyada yer bulması çok zor.  Hafızoğlu durumu şöyle örnekliyor: “Mesela haberiniz var mı? Kolektif İstanbul’la birlikte Montrö Jazz Festivalinde çaldık biz. O festivale giden ender gruplardan biriyiz. Buradaki herhangi birinin haberi oldu  mu? Olmadı... Burası böyle bir ülke...” 


Ediz Hafızoğlu sadece başarılı değil, müziğe emek veren bir müzisyen olmak istiyor.  Bahsettiğimiz tüm bu işler için eşi Seval Karataş ve benzer düşünceleri paylaşan müzisyen arkadaşlarıyla birlikte, gece gündüz çalışırken, işin maddi tarafını da, akıl almaz bir takvimle müzik yaparak çözmeye çalışıyor. Hafızoğlu’nun yanından ayrılırken içim rahat. Çünkü burası aynı zamanda, bütün hayatını hak mücadelesine adayabilen, sanatın politikliğinden korkmayan, değişim gücünü kendi içinde bulan cesur müzisyenlerin yaşadığı bir ülke...






21 Ağustos 2011 Pazar

KAYIT ALTI: Sistem eleştirisi için müzik!

21.08.2011 (Taraf)


We Must Become the Pitiless Censors of Ourselves
John Maus
Upset the Rhythm
Her hafta, Kayıt Altı’nda tanıttığımız albümlerden en az biri kapitalizm ve onun yaşam biçimine sert eleştirilerde bulunuyor. Eleştirinin ve kabulün, daha pek çok kavramın birbiri içine girdiğini her fırsatta söylediğimiz, sanatın; özellikle müziğin politikadan uzaklaştığını düşündüğümüz bir dönem için oldukça şaşırtıcı değil mi? Üstelik bu albümler “batı” diye tarif ettiğimiz yerin göbeğinde imal edilip, bu güne kadar politik müzik namına bol bol marş dinlemiş bir coğrafya olan Türkiye’ye mamul olarak sunuluyor...
Müziğin hem eleştirel bir bakış açısıyla ele alındığına ve hatta sistem eleştirisi için araçsallaştığına tanık oluyoruz. Belki de, sanatçılar bize anlatıldığı, egemen medyaya yansıdığı kadar, politikadan uzak değillerdir dedirten bir albüm daha var elimizde. John Maus’un üçüncü albümü. Kendini adından belli eden albüm, bizlere “gerçek değilsiniz, kendinizin sansürlerisiniz” diyecek kadar sert, bir o kadar da kolay dinlenebilir. 1980’lerin synth-pop’undan izler taşıyan müziğin sahibi Maus, pek çok yorumda Joy Division’ın vokalisti Ian Curtis’e benzetiliyor. Albüm Maus hayranlarının alışık olduğu karanlık, hafif-depresif havadan da nasibini almış. Yaptığı politika doktorasıyla da konuşulan Maus’un bu albümünün muhalifliği oldukça “doğal” duyuluyor. Belli ki, müzisyenin aksi yönde bir iş yapması mümkün değilmiş...


Triple Play
Russell Malone
MaxJazz
Jimmy Smith, Diana Krall, Benny Green, Russel Malone, Hank Jones, Bill Frasel ve Sonny Rollins’le yaptığı işbirlikleriyle kalbimize giren, pek çok usta tarafından parmakla gösterilen bir gitarist Russell Malone.
MaxJazz şirketinen  çıkardığı Playground, Live at Jazz Standard Volume1 ve 2’den sonra, basta David Wong, davulda Montez Coleman’la birlikte işlediği Triple Play’le karşımızda. Caz etiketli albüm aslında, Malone’un gençliğinde blues gitaristlerinden aldığı ilhamı hatırlatıyor. Zamanlar arası bir yolculuğa çıkaran albüm, modernle gelenek arasındaki sınırları da kaldırıyor...


Band of Joy
Robert Plant
Decca
1968’de yolunun Jimmy Page ile kesişmesinin ardından ortaya çıkan Led Zeppelin’e mutluluğun grubu diyordu Robert Plant. 20’li yaşlarının başındaydı, keşfedeceği sayısız melodi, yaşayacağı sınırsız deneyim vardı; ama o, sadece müzik dünyasının efsanelerinden biri değil, aynı zamanda unutulmaz bir müzik emekçisi olacağını bağırıyordu sanki. Plant, birkaç yıl önce kurduğu yeni grubunun ismini, 20’lerinin başındaki o anıdan ödünç aldı.
Her şeyden önce, birlikte olduğu grupla uyumuna ve ortaya çıkan mutluluğa önem verdiğini bildiğimiz sanatçının başını çektiği bu albüm, dinleyicinin de aynı mutluluğa ulaşmasını sağlıyor. Yılların birikimiyle yapılan bu yeni iş, ezeli bir müzik tarihini özetliyor sanki. Plant’in, 1970’lerde keşfedip âşık olduğu yerel müziklerin etkileri buraya da yansıyor... Albümde Orta doğu ezgileriyle 60’ların country’leri birbirini okşuyor.
Geçen yıl “en iyi albüm”, Silver Rider parçasıyla ise, “en iyi rock vokal performansı” dallarında Grammy adayı olan albüm, bu yıl, Robert Plant’a, “en iyi vokal” adaylığı getirdi.
Band of Joy, grupla aynı adı taşıyan albümlerinin13 aylık dünya turnesini yakın zamanda tamamladı. Turnenin Litvanya ayağı için ülkenin müzik yazarlarından birinin de dediği gibi, “Robert Plant Band of Joy’da bir müzik dersi veriyor”


Watch the Throne

Jay-z & Kanye West

Rock Nation

Kanye West ve Jay-Z’nin kariyerlerinde oldukça yükseldikleri bir albüm olarak tanımlanıyor Watch the Throne. Kanye West’in My Beautiful Dark Twisted Fantasy’si ve Jay – Z’nin The Blueprint 3’ünün etkileri henüz geçmemişti üstelik. İkili dostluklarını böyle bir birliktelikle taşlandırıklarına oldukça mutlu. Beyonce ve Frank Ocean gibi isimleri konuk ettikleri albümde, 1960’ların ünlü soul şarkıcısı Otis Redding’in bir kaydının kullanıldığı “Otis” ve Nina Simon’un “Feeling Good”undan seslerin kullanıldığı “New Day” isimli parçalar da bulunuyor.  Tanıtım toplantısında harcanan paralarla ikilinin banka hesaplarını gündeme getiren albüm, dijital ortamda satışa sunulur sunulmaz 500 bin kez indirildi. 


19 Ağustos 2011 Cuma

Pukkelpop festivalinin sahnesi çöktü, beş kişi öldü!

Belçika'daki Pukkelpop festivalini vuran şiddetli fırtınada beş kişi öldü, onlarca kişi de yaralandı.







Fırtınanın daha ilk dakikalarından itibaren festivalin sahnesi çöktü, dev ekranlar düştü, çadırlar yıkıldı ve ağaçlar köklerinden söküldü. 





Avrupa'nın en büyük açık hava festivallerinden biri olan Pukkelpop'ta fırtınanın başladığı saatlerde yaklaşık 60 bin kişinin olduğu tahmin ediliyor.
Festivalin tüm konserleri iptal edildi.

Kaynak: BBC

15 Ağustos 2011 Pazartesi

14 Ağustos 2011 Pazar

Coldplay'in yeni albümü 24 Ekim'de geliyor!

(14.08.2011)


İngiliz grup Coldplay, geçtiğimiz Cuma, beşinci stüdyo albümünü tamamladığını duyurdu. 24 Ekim’de satışa sunulacak “Mylo Xyloto”nun yapımcıları Markus Dravs, Daniel Green ve Rik Simpson. Dijital, CD ve vinyl formatlarında hazırlanan albümün, sınırlı sayıda Pop-Up versiyonu da basılacak. Bu versiyonda, David A. Carter’ın yaptığı desenler, kayıt sürecinde çekilen fotoğraflar ve grup üyelerinin kişisel notları da yer alacak.  Albümün ilk single’ı “Paradise” 12 Eylül’de dinleyiciyle buluşacak...


Albümün kapağı ise şöyle:





KAYIT ALTI: Geleneksel müziğin karşı koyulamaz çekiciliği

14.08.2011 (Taraf)


The Rip Tide
Beirut
Pompeii Records
Genç müzisyen Zach Condon’ın Amerika’da doğurup, kısa zamanda tüm dünyaya tanıtmayı başardığı bir grup Beirut. Ülkemizde de hayranlarının sayısı oldukça fazla. Beirut’un bu ününde pop müziği dışlamadan dünya müziğine göz kırpıyor oluşunun payı büyük. Grubun Balkan müziğinden beslenen tınıları, ilk albüm Gulag Orkestar’ı çıkardıklarında henüz 19 yaşında olan Condon’un ukalele, gitar, trompet, akordeon gibi pek çok enstrumanla haşır neşir olan müzik dünyasında, yeniden tadlanıyor. Beirut’un özellikle torompeti ön plana çıkaran parçalarını, ilk iki albüme bakıldığında, birbirine “benzer” olarak değerlendirmek haksızlık olmazdı. Ancak bu üçüncü albümün Beirut’un diskografisinde farklı bir yerde durduğunu belirtmek gerek. Çünkü The Rip Tide, özellikle dünya müziği etkisinden pop sularına doğru yelken açmış, hatta daha önceki EP’lerinde de karşılaştığımız elektronik tınılardan da nasibini almış. Albüm grubun sıkı hayranlarını hayal kırıklığına uğratmazken yenilik arayanları da mutlu ediyor. 33 dakikalık The Rip Tide, Condon’un kendi plak şirketi Pompeii Records’tan çıktı.


Kehoa
Özlem Bulut
Austroplastik.Label
1982’de Dersim’de, doğduğu evin duvarındaki bağlama, bugün onun Viyana’da adından söz edilen bir opera sanatçısı olmasının müsebbibi. 15 yaşına kadar Anadolu ezgileri ve enstrumanlarıyla yoğurduğu yeteneğini, Mimar Sinan Konservatuarı’nda profesyonel bir zemine taşıdı Özlem Bulut. Daha sonra kazandığı bursla, halen yaşamakta olduğu Viyana’nın yolunu tuttu...
Kendisini Kayıt Altı’nda ağırlamamızın sebebi olan Kehoa, onun kendi adını taşıyan ilk albümü. “Doğu-batı sentezi” ya da “dünya müziği” olarak etiketlenen bu albüm, aslında Bulut’un genç yaşında kalbine giren Anadolu tınılarının batı müziği eğitimiyle yoğrulan bir sunumu. 2008’de Ukrayna, Bulgaristan ve Avusturyalı müzisyenlerle birlikte kurduğu “Bulut Band”le birlikte kaydedilen albümde hem divan hem halk müziği etkileri var. Dokuz parça, klavye, bas, soprano saksofon, zil ve darbukanın yanı sıra, bir Avustralya enstrumanı olan Didgeridoo’yla icra edilmiş. Özlem Bulut’un opera eğitiminden geçen sesi bu parçalarda hem batılı hem de doğulu tınlıyor. Şimdilik  itunes’dan satın alabileceğiniz bu albümü, grubun Ocak ayında Türkiye’de vermeyi planladığı konserlerde canlı dinlemek mümkün olacak.  


High Maintenance (EP)
Miranda Cosgrove
Columbia Records
Miranda Cosgrove, televizyon yıldızlığından sahnelerin yıldızlığına doğru hızla ilerliyor. Yaptığı yeni işler, televizyondaki şöhretinden besleniyor. İlk filminde 2003’te oynayan Cosgrove, 2010’a geldiğimizde rol aldığı  iCarly’nin aranan yüzlerinden biri olmuş ve aldığı paralarla adından epey söz ettirmişti. Dizinin 2008’de çıkan soundtrack albümünde dört parça seslendiren şarkıcı-oyuncu, ilk albümü Sparks Fly’ı geçen yıl yayımlamıştı. Cosgrove’a dans ettirmeyi hedeflediğini söylediği bu bol elektronikli EP’de, Kanadalı sanatçı Avril Lavigne de destek olmuş. High Maintenance, şimdiden yüksek satış rakamlarına ulaşarak ve eleştirmenlerden iyi notlar alarak, Cosgrove’un kendiyle gurur duymasını sağlayan bir kayıt oldu.


Black Up

Shabazz Palaces

Sub Pop

Türünü, teknik kusursuzluğunu, anlattığı hikâyeleri bir kenera koydurup, müziğin kendisine hayran bırakan bir albüm Black Up. Ne tür severseniz sevin, bu albümün kulağınıza ilişmesiyle, müzikle  kurulan bambaşka bir dünyaya girmeniz bir olacak. Indie-rock firması Sub Pop’un çıkardığı ilk hip hop kaydı Black Up.  Grammy’li hip hop grubu Digable Planets’in başını çeken Ishmael “Butterfly” Butler’a ait Shabazz Places projesi, çıkardıkları EP’lerin derinliğiyle,  Sub Pop’u öyle etkilemiş ki, firma, bu albüm için gözünü bile kırpmadan imza atmış. 

9 Ağustos 2011 Salı

Londra'da 150'den fazla bağımsız müzik şirketinin stokları kül oldu...


Kuzey Londra’da yer alan bir Sony dağıtım deposu bu sabaha karşı saat 04.00 sularında ateşe verildi. Londra’da başlayan protestoların üçüncü gününde gerçekleşen olayda can kaybı yaşanmazken, bütün mal stokunun yok olduğu açıklandı.
Yaklaşık 61 bin metrekareye yayılan alanda bulunan İngiltere'nin en büyük bağımsız dağıtım ağı PIAS bünyesindeki 150’den fazla bağımsız müzik şirketinin stokları da kül oldu. En çok zarar gören şirketler arasında XL/Beggars, Warp, Rough Trade, Domino, 4AD, Sub Pop, Secretly Canadian, Jagjaguwar, Drag City, Thrill Jockey, FatCat, Kompakt, Mute, Ninja Tune, Vice ve Soul Jazz bulunuyor...


Kaynak: pitchfork.com