2 Nisan 2012 Pazartesi

Manga'dan ‘tüketim toplumuna cevap’


Milliyet Sanat Dergisi (Nisan 2012)

Manga yeni sesler çıkarıyor. Elektronik ve akustik sesler… Grup yeni albümleri e-akustikte
daha evvel hiç kullanmadığı kanun, keman, perküsyon, çello, saksofon ve klarnetle
dillerimize düşen şarkılarını haşır neşir etmiş.
Ortaya oldukça sakin ve hüzünlü işler çıkmış. 12 parçadan oluşan bu yeni albümde üç tane
yeni şarkı var. Bir de Yıldız Tilbe ve Arto Tunçboyacıyan’ın nefesi…
Ferman Akgül, Yağmur Sarıgül, Özgür Can Öney, Cem Bahtiyar, Efe Yılmaz’dan oluşan
Manga’yla bu e-akustik halleri konuştuk…

İnternet siteniz bir şarkınızdaki ‘Savaş durmadı, ölüm azalmadı’ cümlesiyle açılıyor.
Politikliğinizin altını mı çiziyorsunuz?
Ferman Akgül: Hem bizim ülkemizde hem dışında son bir senedir çok kavga, kargaşa,
savaş, ölüm yaşanıyor. Politikaya çok müdahale etmemiz gerektiğini düşünmüyoruz.
Müdahale etmek istesen de değişmiyor zaten. Bir şekilde iktidar ve muhalefet kendi
aralarında çözmeye çalışıyor. Biz gördüklerimizi, hissettiklerimizi, gazetede okuduklarımızı
yazıyoruz. Ama kimseye yön vermek istemiyoruz, bunun da doğru olduğunu düşünmüyoruz.
Sadece ‘şunlar var, bu şarkıyla bir kez daha bakın’ demek istiyoruz.
Yağmur Sarıgül: Hümanist bir duruşumuz var. Daha çok insandan yola çıkıp gözlemlemeye
çalışıyoruz. Toplum adına değil de birey olarak bakıyoruz.

Çok çelişkili değil mi? Manga Türkiye için oldukça ‘farklı’ bir çizgiyle çıktı ve o çizgiyi
sürdürdü. Eğer bir şeyi değiştiremeyeceğinizi düşünseydiniz, böylesi bir duruşu
benimsemezdiniz…
Cem Bahtiyar: Bilinçli bir şey yok, biz samimi olmaya çalışıyoruz sadece. Hep bireysel
anlatım içinde oldu bizim şarkılarımız. Kişiden hareketle toplumun geneline yayılan bir tavır
aslında bu. Çünkü insan kendini kurtarmadan dünyayı değiştirmeye kalkınca hiçbir şekilde
dünya değişmez.

e-akustik’teki Palyaço tam da böyle bir şarkı. Şarkının başındaki ‘durakta duruyorum
freni patlamış kader bana çarpıyor’ sözüyle kişisel dertlere düşmüştüm ki, ‘saçımı
göstermediğimde okula giremem’ sözüyle kendime geldim. Arabesk diyebileceğimiz bir
hisle yerlere düşmüşken gerçekçi bir tavırla karşılaşıp ayağa kalktım…
F.A.: Biz de öyle olduk.
Y.S.: Sabah kimse ne olacak bu dünyanın hali diye uyanmıyor. Önce bireysel ruh halinizi
düşünürsünüz, sonra gazeteyi açıp o ruh halinden çıkar ve yaşadığınız ülke içinde olan
şeylerin ruh haline bürünürsünüz.

Çok ‘acıklı’ bir albüm olmuş…
Y.S.: Çok hareketli şarkılarda bile duygusal sözler kullanan bir grubuz. Bu sefer işin hareketli
kısmını akustik ve ağdalı bir hale çevirince o ruh hali daha ortaya çıktı.

Bu duygusal hal Şehr-i Hüzün’de kendini belli etmişti sanki…
F.A.: Şehr-i Hüzün ismi gibi bir albümdü. O dönem İstanbul’u daha yoğun yaşıyorduk. Her
anlamda daha duygusaldık. Şehre alışmaya çalışıyorduk. Şehre daha farklı bakıyorduk. Onlar
yansıdı o albüme. Bu albüm ister istemez o albümden bir şeyler taşıyor. İlk albümden gelen
şeyler Şehr-i Hüzün’de girmeye başladığımız ruh haliyle birleşip, şimdi bizim hissettiğimiz
duygularla, başka bir şeye dönüştü.

Neden böyle bir albüm yaptınız?
F.A.: Kafamızda akustik bir albüm yapma projesi yoktu. Bazen istekler geliyordu, ‘Manga
nasıl akustik çalacak?’ diye düşünüyorduk. Sonra bazı televizyon programlarında playback
yapmayıp akustik çaldık. Bu süreçte gelişen bir hisle birlikte dördüncü albüme giden yolda,
arada, böyle bir proje yapabiliriz, bu bize başka bir ilham kapısı açabilir, eski şarkılarımızı
yeniden ele alabiliriz, diye düşündük. Bu bir proje albümü. Sadece eski şarkılardan
oluşmasına karar vermiştik önce sonra bunun yetmeyeceğine karar verip üç yeni şarkı
ekledik. e-akustik Manga’nın bir projesidir. Albümü dinlerken ‘Manga bu mu oluyor, şu mu
oluyor?’ diye düşünmemek lazım…

Düşünmedim inanın… Şarkıları yeniden keşfettim…
Özgür Can Öney: Çıkış noktamız oydu, şarkıları yeniden harmanlamak istedik… Bu albüm
zaman içinde oturacak. Bu güne kadar gelen bir Manga imajı var ve insanlar hakikatten ilk
duyduklarında ‘aa nasıl olur’ diyecektir illa ki. Ama biz bu projeyi isteyerek ve inanarak
yaptık. İlk etapta insanlar hemen kabullenemeyebilirler; ama biz albüme çok inanıyoruz ve
güveniyoruz. Aynı şey Şehr-i Hüzün’de de başımıza geldi. İnsanlar albümü altı ay içinde
özümsedi ve güzelliğini keşfetti.
F.A.: Bu albüm tüketim toplumuna da cevap olabilecek işlerden biri gibi geliyor, sanat
açısından. Çünkü bir şarkının ömrü sadece bir albümle sınırlı kalmamalı. İkinci albüme
geçildiğinde o albümün şarkıları bitmemeli. Aslında derin şeyler yapıyor herkes. Biz de o
sözleri, melodileri haftalarca yazıyoruz, düşünüyoruz. Ama o bir anda 3 MB’lık bir şeyle pıt
diye insanlara gidiyor ve hop diye dinlenip geçiliyor. Bu albüm bu duruma cevap niteliği
taşısın istiyorum.
Y.S.: Bu albümde suyun üzerine bırakılmış renkler gibi daha yavaş yavaş yayılan tınılar
kullandık. Duyguların daha fazla insana ulaşacağını düşünüyorum. Farklı cinste boyalarla
farklı bir resim yapmak istedik. Kariyerimizde özel bir nokta olsun istedik. Bundan sonrası
için ne olur hep birlikte göreceğiz. Ama bunu tekrar etmeyi kolay kolay.

Madem bir ara albüm bu, o halde bir sonrakini de konuşuyorsunuzdur şimdiden…
F.A.: Kendi aramızda bazen konuşuyoruz… Hiç yapmadığımız kadar hareketli yüksek
tempolu şeyler bekleyebilirler bizden; ama çok farklı tarzlarda şeyler de bekleyebilirler…
Y.S.: Bir dönemin ve tarzın grubu olmaktan ziyade kendi tarzını yaratan bir grup hayali hep
kafamızda, onun peşinden gitmeye çalışıyoruz…

Yıldız Tilbe nasıl bir kadın?
F.A.: Süper… Sesini ve o sert tavrını çok seviyoruz. Düşündüğümüz hayal ettiğimiz gibi oldu
onunla çalışmak. Belki de İstanbul’a geldiğimizden beri kurduğumuz en samimi ilişkiydi.

Hani Biz’in sözlerini Tilbe’yle birlikte yazmışsınız ama sizin kaleminizden çıkan
cümleleri de içinizdeki Yıldız Tilbe yazdırmış gibi… ‘Aşk bitmiş be aşk’ diye
haykırmasına alışık değiliz Manga’nın…
F.A.: Bu güne kadar aşk kelimesini kullanmamıştım sözlerde. Eskiden bana avam geliyordu
bu kelimeyi kullanmak. Ama artık gelmiyor. İnsan değişiyor. Edebi anlam zorlamasından da
çok sıkıldım. Bazen direk söylemek gerekiyor. Bu albümde aşkı anlatırken direkt söylemek
istedim.

Alıştığımız üzere bu albümde de bir intro ve outro var. Intro’da Arto Tunçboyacıyan’ı
konuk etmişsiniz. Size nasıl bir ses katsın istediniz?
Ö.C.Ö.: Dört yıl önce tanıştık Arto Ağabey’le. Aslında perküsyon için düşünmüştük. Ama
dört dörtlük bir müzisyen olduğu için kendini müziğin içine her koşulda adapte edebilen bir
insan.
Y.S.: Kendini enstrüman gibi kullanabilen bir yapısı var. Öyle bir enerjisi var ki sizi de alıp
bir girdabın içine sürüklüyor. Stüdyoya geldiğinde önce hiçbir plan yoktu. Şarkıları dinledi.
Ve bir vokal emprovizasyonu çıktı ortaya. Ferman’la uzun bir kayıt sürecine girdiler.
F.A.: Trans gibiydi. Çok acayipti. Arto Ağabey solist olarak benim için bir aydınlanmadır.
Yıldız Tilbe de Arto Ağabey de kolay ulaşılabilir müzisyenler değiller. Evlerinden kalkıp
stüdyomuza geldikleri için şeref duyduk.

‘Bir Kadın Çizeceksin’ ve ‘Sakın Bana Söyleme’ şarkılarındaki cinsiyetçi bakış açısını
2009’da Eray Aytimur köşesinde yazıp içime su serpmişti. … Bir Kadın Çizeceksin yeni
albümde de var. Hala ‘saklayıp gömelim’ kafasında mısınız?
F.A.: İlk albümdeki tavırla şu anki söz tavırları farklı. O zaman 20’li yaşların başındaydık. O
zaman öyle içinizden geliyor. Karşınızdaki kadına duygularınızı öyle ifade ediyorsunuz. Öyle
oldu, niye oldu bilmiyorum. Şimdi öyle değil. Bakış açımız değişiyor.
Ö.C.Ö.: İnsan daha ihtiraslı oluyor. Kötü durumda bile dikenlerini çıkarabiliyor o yaşlarda.
Y.S.: Nasıl olmalı diye sorsanız şimdi cevap da veremem. İçerikten ziyade çirkin bir şeyi de
ifade edebilmek de sanatın bir parçası.