Bohemian Rapsody’de dediği gibi “Bu gerçek dünya mı? Yoksa sadece bir hayal mi?” İnancın, inançsızlığın, politikliğin, depolitikliğin, gündelik yaşamın ya da sanatın araçlarıyla farlı şekillerde sorulmakta bu soru. Sorunun soruluş şekliden çok, bizatihi kendisi kıymetli. Çünkü sormak, bir anda, bir hayal aleminde yaşadığına aymak demek.
Yakaza,
en basit anlamıyla bu dünyanın rüya olduğunu görmeyi sağlayan; insanın
gözlerini açan bir anlık deneyim’ anlamına geliyor. 2009’da kurulan Ceren Erendor (viyolonsel, yaylı
tanbur), Eray Düzgünsoy (afgan rebabı,dombra,
kudüm), Fakih Kademoğlu (ney,
shakuhachi, saron) ve Ömer Sarıgedik’ten
(elektronikler, bas) oluşan Yakaza Ensemble,
ilk albümlerinde Filibeli Ahmet Efendi’nin 1910’da yazdığı okuyucusunu
‘gerçek’i bulacağı bir iç yolculuğa çıkaran ‘Amak-ı Hayal’ isimli eseri yeniden
anlattı.
Sonuçta
ortaya elektroniklerle akustiği bir arada duyduğumuz, bol emprovizasyonlu, yerel
enstrumanların kullanıldığı, sesler arası hiyerarşiyi yıkan bir albüm çıktı.
Yakaza
Ensemble’a merak ettiklerimizi sorduk.
Amak-ı Hayal eserinden sadece edebi - sanatsal anlamda mı
etkilendiniz, yoksa eserden kendi
yaşamınıza dair aldığınız bir pay var mı?
Ömer: Her ikisi de… Edebi-sanatsal anlamda beni en çok etkileyen
zamanının ötesinde bir yapıt olması. Günümüzde de hala kendi yaşamlarımıza dair
bir payı da var.
Fakih : Yazarın da
kitabın girişinde belirttiği gibi, bu eser iki türlü okumaya açıktır: Birincisi
fantastik bir hikaye olarak, ikincisi yaşanmış ve yaşanabilir bir hakikat
olarak. Ben, bu eseri B şıkkı üzerinden okuyanlardanım.
İsminiz ve çaldığınız kimi enstrumanlar Türkiye’ye belli
ölçüde yabancı. Albüm çıktıktan sonra aldığınız tepkiler ilk cümleyi doğrular
nitelikte miydi?
Eray: Evet grupta bulunan bir takım
enstrümanlar belki Türkiye'de ilk defa çalınan ve kaydı yapılan enstrümanlar.
Afgan rebabı, shakuhachi
saron gibi... Bu
enstrümanların ne olduğu pek az bilinse de kulaklar aşina. Enstrümanların
farklılığı her zaman olumlu tepki alıyor aslında.
F : Dinleyicilere
tanımadıkları bir şeyi güzel ve samimi bir şekilde sunma gayretinde olduğunuz
zaman karşıdan gelen reaksiyon da, genelde güzel ve yeni bir tanışıklığa dair oluyor. Özetle memnuniyet verici tepkiler alıyoruz.
Ayrıca çokça karşılaştığımız bir tepki de “Aa biz bu
enstrümanların sesini iyi tanıyorduk ama
adını bilmiyorduk” şekilde oluyor.
Albümde elektronik ve akustik sesleri birlikte
kullanıyorsunuz. Geniş bir enstruman yelpazesine sahipsiniz. Müziğiniz hem
bütün hem de parça parça. Bunun da feyz aldığınız eserle ilgisi var mı? Yoksa
bu sizin müziğe bakış açınız olduğu için mi bu eserden feyz aldınız?
E:
Önemsediğimiz
temel konu bütün seslerin özünde birbirinden hiç birşekilde farklı olmadığı.
Yani enstrümanların çıkardığı farklı tınılar her ne kadar farklı kültürleri
temsil ediyor olsalar dahi bir başka algıyla aynı amaca, öz sese hizmet
eden araçlar olabilir. A'mak-ı Hayal'de
de birçok farklı hikayenin temelde bir konuyu anlatmış olması da bu yüzden.
Ceren: Amak-ı Hayal temelde iki bölümden oluşan, birinci bölümünde
ise dokuz
kısa hikaye bulunan bir kitap.Ama bununla beraber hoş bir yolculuğu başından
sonuna kadar kopmadan anlatan bir bütün. Albümün de aynen böyle duyulduğunu
düşünüyorum.
Müziği başka bir sanatla
birleştirerek bir kompozisyon haline getirme gibi bir derdiniz var mı? Bundan
sonraki projeniz bir ressamdan etkilenmiş bir proje mi olur örneğin?
Ö: Bu aslında "yanlış anlaşılmasından çekindiğimiz"
bir durum. Biz bir kitap grubu ya da sürekli başka işler başka branşları
tarayıp etkilenen ve sonucunda bun müziğe döken bir grup değiliz, sadece ilk
albüm bu şekilde. Aslında bu sorunun cevabını ben değil ikinci albüm çok daha
güzel verir.
F: Bundan sonraki
projemiz bahsettiğiniz gibi bir şey olmaz herhalde. Müziği sanatın
başka alanlarıyla birleştirmek bugünün sanat ortamında, zaten ekstra bir
durum değil. Disiplinlerarası düşünce ve hareket, neredeyse bugünün olmazsa
olmazıdır.
Müziğiniz yazılmış, önceden belirlenmiş bir müzik gibi
görünse de emprovizasyon içeriyor. Yazılı müzikte de emprovizasyon
olabileceğini mi anlatmaya çalışıyorsunuz?
E: Doğaçlamaya açık alanlar bırakıyor
olmamız hem kullandığımız enstrümanların geleneğinde, hem de yirminci yüzyıl batı müziğinde
keşfedilen bir takım kompozisyon biçimlerinde zaten mevcut. Ayrıca yazılmış
müziklerde de emprovizyonlar için geniş
alanlar bırakabilirsiniz.
Ö: Elektronikler de dahil tüm enstrumanların kendine ait bir
yolu bir edimi var. Partisyonları "yazı" ile sınırlandımaktansa
"koridorlar" ile sınırlandırmak emprovizasyona da yer açan güzel bir
yöntem. Bunun dışında yazılmış bir notasyon takip etmiyoruz ama bu tümüye
emprovize ediyoruz anlamına da gelmiyor. Güzel bir denge...
Sizin albümünüz marketlerde etnik ya da world müzik
raflarında duruyor. Açık ki Amak-ı Hayal
böyle kategorize edilecek bir albüm değil. Biri de tutup caz rafına koyabilir
mi mesela? Siz müziğin kategorize
edilmesi, etiketlenmesi üzerine neler düşünürsünüz? Son dönemde peyda olan ‘world
müzik’ kavramını nasıl değerlendirirsiniz?
E:
Müziğin firmalar tarafından
etiketlenmesi aslında standart bir dinleyicinin
sadece tüketimini pratik hale getirir. Siz müzik dükkanında fazla
durmazsınız hemen talebinizi karşılayacak müziğin genel bir ürün yelpazesi ile
buluşturulursunuz. Bizim albümümüz belki world müzik raflarında bulunuyor
olabilir. Bu aslında enstrümanların dünyanın bir çok farklı kültürnden bu
coğrafyaya taşınmasından kaynaklanan bir bakış açısı. Ama bizler iki farklı kültürün birbirnden
etkilenerek müzik yapıyor olmasına world müzik diyeceksek bu tartışmayı çok
eskilere götürmek bile gerekebilir. Mesela Debussy'den bile örnkeler
verebiliriz. Yirminci yüzyılın ve günümüzün
müziğinde eklektik olmayan çok az şey var da denebilir. Ama bir satış
stratejisi olarak “world müzik” fikri yetmişlerden günümüze gelen ve ham
maddesi “eğlence” olan bir yaklaşım
biçimi. O da zannedersem bizim müiğimizde pek rastlanabşlecek bir şey değil.
Ö: "Etiket" her zaman yersiz bir konu olarak gelmiştir bana.
Evrendeki tüm sesleri bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, buna hiç de gerek
olmadığını düşünüyorum. Bu noktada biz ortaya "Yeni Dünya Müziği"
diye bir kavram-isim attık. Elbette ortada "New World Music
Manifestosu" gibi birşey yok fakat bu isim aslında kategorizasyon
“problematiğine” değiniyor gibi...
F: Bu çok uzun bir
başlık tabi. Bence gerçekten müzik yapan insanlar türlere ya da file under’lara
itibar etmez, müziğini yapar. Bu kategorizasyon, isimlendirme, sınıflandırma
piyasaya ve satış stratejilerine ait bir dinamik. Bu yaklaşım, türleri inkar
etmek gibi bir yere gitmiyor tabi neticede bunlar müzik tarihinin süreci içinde
oluşmuş kalıplar ve imlalardır. “World Music” ise problemli bir alan. 70’lere
dayanan temelleri var. Bu akım içinde samimi iyi işler ortaya çıkmış olmakla
beraber, genelde farklı kültürlerden üç, beş müzisyenin bir
araya gelip, yüzeyde tutturulmuş bir kimya
ile söyledikleri hepimiz kardeşiz şarkısı. Ya da bir batılı müzisyenin, bir renk, bir
aroma olarak, doğu, ya da afrika malzemelerini kullanması söz konusu. Bu
yüzeysellik, gayet itici. Çünkü burada yeni bir ürün iddiası altında fena bir
faydacılık ve kolaycılık var.
Albüm çıktıktan sonra Almanya ve
Macaristan’da konserleriniz oldu. Yurtdışında büyük ilgiyle karşılandığınızı biliyoruz.
Pek çok konser teklifi olduğunu da. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?
C: Yaptığımız
müziğin bu güne kadar dinlediklerinden çok farklı ve etkileyici olduğunu
düşünüyorlar.Ayrıca konser verdiğimiz ülkelerde dinleyenlerin bir çoğunun
Amak-ı Hayali biliyor,okumuş ya da duymuş olmasıda mutluluk verici.Müziği
dinlediklerinde okuyanda okumayanda hissettiklerimizi paylaşıyor.
Ö: Samimiyet...
Çok genç, yeni mezun olmuş
sanatçılarsınız. Ve yepyeni bir tınıya sahipsiniz. Türküye’de müzik eğitimi
şimdiye kadar çıkarılmamamış; yeni seslere müsade ediyor mu? En azından kendi
eğitiminiz nasıldı?
E: Türkiye'de
müzik eğitimi genelde Avrupa'nın öngördüğü kadardır. Klasik anlamdaki müzik
eğitimi de böyledir. Buna bir alternatif olmayı hedefleyen karşıt müzik
görüşleri de. Bunun dışında
müzikal olarak bir şeylerin farkına varmış olanları ise görmezden gelir, kabullenemez. Uygulamada ki komplekslerimizin günden güne
eridiğini görmekle birlikte şunu söyleyebilirim. Kendi ne samimi olmadan insan
yol alamaz. Kurumlar da alamaz. Kişisel
olarak şunu ifade etmeliyim ki; bu ülkede ki kurumların geneli yeni
seslere Batıda uygun görüldüğü kadar
müsaade eder. Hayranlıkla takip ettiğimiz
istisnalar vardır tabii.
C: Açıkcası benim eğitimim gayet sert
ve kapalıydı diğer müzik türlerine. Çocukluğumdan beri neredeyse klasik
müzikten başka bir müzik türünün dinlenmeye değer olmadığını empoze ettiler
desem yalan olmaz herhalde. Üniversite
yıllarında farklı çevreler ve farlı sanatçılarla tanıştıkça
çocukluktan beri özenle ve inatla korumuş, savunmuş olduğum şeyin müziğin küçük bir parçasını
oluşturduğunu fark ettim. Yeni ve farklı
müzikler dinlemek, çalmak bana çok farklı kapılar açtı. Ama
unutulmaması gereken, hocalarımın sarfettiği emek sonucunda konservatuvarda
edindiğim bu birikimle Yakaza Ensemble da çok başka bir alanı dolduruyor olmam.
Ö: Kendi eğitimim
yeni seslere gayet müsade ediyordu fakat son yıllarda bu değişti. Türkiye’ye
bakacak olursak kendi kendilerine birşeyler yapmaya çalışan ve başarılı olan
gruplar, müzisyenler, sanatçılar zaten var. Ülke her ne kadar müsade etmiyor
gibi görünse de bunu değiştirmeye çalışmadan değiştirmeye çalışmak en iyisi...
“Aktif olarak ilgilenmemek...”
F: Ediyor dersek
pek doğru olmaz. Eğitimin her noktası süper formel. Bu kadar şablonun içinde orijinal
çıkışlar çok sık olmuyor ne yazık ki. Vizyonlar
genelde çok kısır. Bizim şansımız bence istisnai gerçek hocalarla karşılaşmış
olmamız ve hepimizin altyapılarının çok farklı olması. www.yakazaensemble.com