1 Ocak 2011 Cumartesi

‘Bütün sesler birdir’

Jazz Dergisi 61. Sayı

Bohemian Rapsody’de dediği gibi “Bu gerçek dünya mı? Yoksa sadece bir hayal mi?” İnancın, inançsızlığın, politikliğin, depolitikliğin, gündelik yaşamın ya da sanatın araçlarıyla farlı şekillerde sorulmakta bu soru. Sorunun soruluş şekliden çok, bizatihi kendisi kıymetli. Çünkü sormak, bir anda, bir hayal aleminde yaşadığına aymak demek.
Yakaza, en basit anlamıyla bu dünyanın rüya olduğunu görmeyi sağlayan; insanın gözlerini açan bir anlık deneyim’ anlamına geliyor. 2009’da kurulan Ceren Erendor (viyolonsel, yaylı tanbur), Eray Düzgünsoy (afgan rebabı,dombra, kudüm), Fakih Kademoğlu (ney, shakuhachi, saron) ve Ömer Sarıgedik’ten (elektronikler, bas) oluşan Yakaza Ensemble,  ilk albümlerinde Filibeli Ahmet Efendi’nin 1910’da yazdığı okuyucusunu ‘gerçek’i bulacağı bir iç yolculuğa çıkaran ‘Amak-ı Hayal’ isimli eseri yeniden anlattı.
Sonuçta ortaya elektroniklerle akustiği bir arada duyduğumuz, bol emprovizasyonlu, yerel enstrumanların kullanıldığı, sesler arası hiyerarşiyi yıkan bir albüm çıktı.
Yakaza Ensemble’a merak ettiklerimizi sorduk.   

Amak-ı Hayal eserinden sadece  edebi - sanatsal anlamda mı etkilendiniz,  yoksa eserden kendi yaşamınıza dair aldığınız bir pay var mı?
Ömer: Her ikisi de… Edebi-sanatsal anlamda beni en çok etkileyen zamanının ötesinde bir yapıt olması. Günümüzde de hala kendi yaşamlarımıza dair bir payı da var.
Fakih : Yazarın da kitabın girişinde belirttiği gibi, bu eser iki türlü okumaya açıktır: Birincisi fantastik bir hikaye olarak, ikincisi yaşanmış ve yaşanabilir bir hakikat olarak.  Ben,  bu eseri B şıkkı üzerinden  okuyanlardanım.
İsminiz ve çaldığınız kimi enstrumanlar Türkiye’ye belli ölçüde yabancı. Albüm çıktıktan sonra aldığınız tepkiler ilk cümleyi doğrular nitelikte  miydi?
Eray: Evet grupta bulunan bir takım enstrümanlar belki Türkiye'de ilk defa çalınan ve kaydı yapılan enstrümanlar. Afgan rebabı, shakuhachi saron gibi... Bu enstrümanların ne olduğu pek az bilinse de kulaklar aşina. Enstrümanların farklılığı her zaman olumlu tepki alıyor aslında.
F : Dinleyicilere tanımadıkları bir şeyi güzel ve samimi bir şekilde sunma gayretinde olduğunuz zaman karşıdan gelen reaksiyon da, genelde güzel ve yeni bir tanışıklığa dair oluyor.  Özetle memnuniyet verici tepkiler alıyoruz. Ayrıca çokça karşılaştığımız bir tepki de “Aa biz bu enstrümanların sesini  iyi tanıyorduk ama adını bilmiyorduk”  şekilde oluyor.

Albümde elektronik ve akustik sesleri birlikte kullanıyorsunuz. Geniş bir enstruman yelpazesine sahipsiniz. Müziğiniz hem bütün hem de parça parça. Bunun da feyz aldığınız eserle ilgisi var mı? Yoksa bu sizin müziğe bakış açınız olduğu için mi bu eserden feyz aldınız?
E: Önemsediğimiz temel konu bütün seslerin özünde birbirinden hiç birşekilde farklı olmadığı. Yani enstrümanların çıkardığı farklı tınılar her ne kadar farklı kültürleri temsil ediyor olsalar dahi bir başka algıyla aynı amaca, öz sese hizmet eden  araçlar olabilir. A'mak-ı Hayal'de de birçok farklı hikayenin temelde bir konuyu anlatmış olması da bu yüzden.
Ceren: Amak-ı Hayal temelde iki bölümden oluşan, birinci bölümünde ise dokuz kısa hikaye bulunan bir kitap.Ama bununla beraber hoş bir yolculuğu başından sonuna kadar kopmadan anlatan bir bütün. Albümün de aynen böyle duyulduğunu düşünüyorum.
Müziği başka bir sanatla birleştirerek bir kompozisyon haline getirme gibi bir derdiniz var mı? Bundan sonraki projeniz bir ressamdan etkilenmiş bir proje mi olur örneğin?
Ö: Bu aslında "yanlış anlaşılmasından çekindiğimiz" bir durum. Biz bir kitap grubu ya da sürekli başka işler başka branşları tarayıp etkilenen ve sonucunda bun müziğe döken bir grup değiliz, sadece ilk albüm bu şekilde. Aslında bu sorunun cevabını ben değil ikinci albüm çok daha güzel verir.
F: Bundan sonraki projemiz bahsettiğiniz gibi bir şey olmaz herhalde. Müziği sanatın başka alanlarıyla birleştirmek bugünün sanat ortamında, zaten ekstra bir durum değil. Disiplinlerarası düşünce ve hareket, neredeyse bugünün olmazsa olmazıdır.
Müziğiniz yazılmış, önceden belirlenmiş bir müzik gibi görünse de emprovizasyon içeriyor. Yazılı müzikte de emprovizasyon olabileceğini mi anlatmaya çalışıyorsunuz?
E:  Doğaçlamaya açık alanlar bırakıyor olmamız  hem kullandığımız enstrümanların geleneğinde, hem de yirminci yüzyıl batı müziğinde keşfedilen bir takım kompozisyon biçimlerinde zaten mevcut. Ayrıca yazılmış müziklerde de emprovizyonlar için geniş  alanlar bırakabilirsiniz.
Ö: Elektronikler de dahil tüm enstrumanların kendine ait bir yolu bir edimi var. Partisyonları "yazı" ile sınırlandımaktansa "koridorlar" ile sınırlandırmak emprovizasyona da yer açan güzel bir yöntem. Bunun dışında yazılmış bir notasyon takip etmiyoruz ama bu tümüye emprovize ediyoruz anlamına da gelmiyor. Güzel bir denge...

Sizin albümünüz marketlerde etnik ya da world müzik raflarında duruyor.  Açık ki Amak-ı Hayal böyle kategorize edilecek bir albüm değil. Biri de tutup caz rafına koyabilir mi mesela?  Siz müziğin kategorize edilmesi, etiketlenmesi üzerine neler düşünürsünüz? Son dönemde peyda olan ‘world müzik’ kavramını nasıl değerlendirirsiniz?
E: Müziğin  firmalar tarafından etiketlenmesi aslında standart bir dinleyicinin  sadece tüketimini pratik hale getirir. Siz müzik dükkanında fazla durmazsınız hemen talebinizi karşılayacak müziğin genel bir ürün yelpazesi ile buluşturulursunuz. Bizim albümümüz belki world müzik raflarında bulunuyor olabilir. Bu aslında enstrümanların dünyanın bir çok farklı kültürnden bu coğrafyaya taşınmasından kaynaklanan bir bakış açısı.  Ama bizler iki farklı kültürün birbirnden etkilenerek müzik yapıyor olmasına world müzik diyeceksek bu tartışmayı çok eskilere götürmek bile gerekebilir. Mesela Debussy'den bile örnkeler verebiliriz. Yirminci yüzyılın ve günümüzün  müziğinde eklektik olmayan çok az şey var da denebilir. Ama bir satış stratejisi olarak “world müzik” fikri yetmişlerden günümüze gelen ve ham maddesi “eğlence” olan  bir yaklaşım biçimi. O da zannedersem bizim müiğimizde pek rastlanabşlecek bir şey değil.
Ö: "Etiket" her zaman yersiz bir konu olarak gelmiştir bana. Evrendeki tüm sesleri bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, buna hiç de gerek olmadığını düşünüyorum. Bu noktada biz ortaya "Yeni Dünya Müziği" diye bir kavram-isim attık. Elbette ortada "New World Music Manifestosu" gibi birşey yok fakat bu isim aslında kategorizasyon “problematiğine” değiniyor gibi...
F: Bu çok uzun bir başlık tabi. Bence gerçekten müzik yapan insanlar türlere ya da file under’lara itibar etmez, müziğini yapar. Bu kategorizasyon, isimlendirme, sınıflandırma piyasaya ve satış stratejilerine ait bir dinamik. Bu yaklaşım, türleri inkar etmek gibi bir yere gitmiyor tabi neticede bunlar müzik tarihinin süreci içinde oluşmuş kalıplar ve imlalardır. “World Music” ise problemli bir alan. 70’lere dayanan temelleri var. Bu akım içinde samimi iyi işler ortaya çıkmış olmakla beraber, genelde farklı kültürlerden üç, beş müzisyenin bir araya gelip, yüzeyde tutturulmuş bir kimya  ile söyledikleri hepimiz kardeşiz şarkısı.  Ya da bir batılı müzisyenin, bir renk, bir aroma olarak, doğu, ya da afrika malzemelerini kullanması söz konusu. Bu yüzeysellik, gayet itici. Çünkü burada yeni bir ürün iddiası altında fena bir faydacılık ve kolaycılık var.

Albüm çıktıktan sonra Almanya ve Macaristan’da konserleriniz oldu. Yurtdışında büyük ilgiyle karşılandığınızı biliyoruz. Pek çok konser teklifi olduğunu da. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?
C: Yaptığımız müziğin bu güne kadar dinlediklerinden çok farklı ve etkileyici olduğunu düşünüyorlar.Ayrıca konser verdiğimiz ülkelerde dinleyenlerin bir çoğunun Amak-ı Hayali biliyor,okumuş ya da duymuş olmasıda mutluluk verici.Müziği dinlediklerinde okuyanda okumayanda hissettiklerimizi paylaşıyor.
Ö: Samimiyet...

Çok genç, yeni mezun olmuş sanatçılarsınız. Ve yepyeni bir tınıya sahipsiniz. Türküye’de müzik eğitimi şimdiye kadar çıkarılmamamış; yeni seslere müsade ediyor mu? En azından kendi eğitiminiz nasıldı?
E: Türkiye'de müzik eğitimi genelde Avrupa'nın öngördüğü kadardır. Klasik anlamdaki müzik eğitimi de böyledir. Buna bir alternatif olmayı hedefleyen karşıt müzik görüşleri de.  Bunun  dışında  müzikal olarak bir şeylerin farkına varmış olanları ise görmezden gelir, kabullenemez.  Uygulamada ki komplekslerimizin günden güne eridiğini görmekle birlikte şunu söyleyebilirim. Kendi ne samimi olmadan insan yol alamaz. Kurumlar da alamaz.  Kişisel olarak şunu ifade etmeliyim ki; bu ülkede ki kurumların geneli yeni seslere  Batıda uygun görüldüğü kadar müsaade eder. Hayranlıkla takip ettiğimiz  istisnalar vardır tabii.
C: Açıkcası benim eğitimim gayet sert ve kapalıydı diğer müzik türlerine. Çocukluğumdan beri neredeyse klasik müzikten başka bir müzik türünün dinlenmeye değer olmadığını empoze ettiler desem yalan olmaz herhalde. Üniversite yıllarında farklı çevreler ve farlı sanatçılarla tanıştıkça çocukluktan beri özenle ve inatla korumuş, savunmuş  olduğum şeyin müziğin küçük bir parçasını oluşturduğunu fark ettim. Yeni ve farklı müzikler dinlemek, çalmak bana çok farklı kapılar açtı. Ama unutulmaması gereken, hocalarımın sarfettiği emek sonucunda konservatuvarda edindiğim bu birikimle Yakaza Ensemble da çok başka bir alanı dolduruyor olmam.
Ö: Kendi eğitimim yeni seslere gayet müsade ediyordu fakat son yıllarda bu değişti. Türkiye’ye bakacak olursak kendi kendilerine birşeyler yapmaya çalışan ve başarılı olan gruplar, müzisyenler, sanatçılar zaten var. Ülke her ne kadar müsade etmiyor gibi görünse de bunu değiştirmeye çalışmadan değiştirmeye çalışmak en iyisi... “Aktif olarak ilgilenmemek...”
F: Ediyor dersek pek doğru olmaz. Eğitimin her noktası süper formel. Bu kadar şablonun içinde orijinal çıkışlar çok sık olmuyor ne yazık ki. Vizyonlar genelde çok kısır. Bizim şansımız bence istisnai gerçek hocalarla karşılaşmış olmamız ve hepimizin altyapılarının çok farklı olması. www.yakazaensemble.com