17.09.2011 (Taraf Kitap)
Gerçek hayatın sertliğinden zorluğundan kaçmak için değil;
yıkmayı planladığının yerine koyacağın yaşamı prova etmek için kuruluyor hayal.
Genç ve deneyimli bir kalem, oldukça sade bir dille, bize kaostan değil,
öngörülebilirlikten korkmayı tavsiye ediyor…
Gazeteci ve müzik yazarı kimlikleriyle de tanıdığımız Doğu
Yücel’le yeni romanı Varolmayanlar’ı konuştuk..
Varolmayanlar her fırsatta içinde bulunduğumuz ekonomik
sistemin yaşam şekline eleştiri getiriyor. Bu eleştirilere zemin hazırlayan
dert ne?
Sanat hem hayatı hem değiştirmek hem de ondan intikam almak
üzerinedir... Başka bir dünyanın mümkün olduğunu düşünerek yazarsın çizersin,
çalarsın söylersin… Daha önceki kitaplarımda da vardı, ama bu kitapta daha bir
ön plana çıktı eleştiri… Burada sistemin kendisini, hatta varoluşu irdeledim.
İstemeye istemeye iktisat okuduğunuzu biliyoruz. Kitapta bu
alanda çalışan ana karakterin yaşamı epey sorgulanıyor. Sizin intikamınız da bu
mu?
Kitabı yazarken, eğer iktisat alanında çalışsaydım nasıl bir
adama dönüşürdüm, diye düşündüm. Etraftaki arkadaşlarıma baktım. Benimle aynı
kafadayken bir anda üniversite eğitimiyle değişenlere… Burada da öyle bir
karakter çizdim. Bütün o eski zevklerinden, hikâye, günlük yazmaktan, sevdiği
müzikleri dinlemekten vazgeçen, kendini beyaz yakalı yaşam biçimine veren, sözüm
ona yaşam kalitesi yüksek bir profil çizdim.
Neyse ki, hayatı öngöremiyoruz; iktisat okuyan biri orada
çakılıp kalmayabiliyor… Zamanın ruhunun lanetlediği kaos, kitapta bir çözüm
yolu olarak gösteriliyor…
Bu düzen bir yere gitmez; bunu denedik. Düzenin tüm
parçaları, siyasi elementleri, inançla ilgili katı düşünceler, endüstri,
medeniyet; hepsi değişmeli. Kitap, hayallerden faydalanarak değiştiriyor ve
dünyaya mutlak bir kaosun hâkim olması gerektiğini, insanların ondan sonra
doğal yaşama dönebileceklerini iddia ediyor…
Kitapta hayal ve gerçek zaman zaman birbiri içine giriyor…
Çok basit bir felsefe olabilir ama herkesin kendi gerçekliği
var ve o gerçeklik içinde neye inanıyorsan olur. Mesela benim kendi gerçekliğim hayallerin
gerçekleşebileceği üzerine kuruludur. Film izlediğim, roman okuduğum zaman
sanki onlar benim göremediğim bir yerlerde gerçekleşiyor gibi hisseder ve mutlu
olurum. Aşırı katı rasyonel düşünceye kitapta karşı çıkıyorum…
Hayallerimiz de pek
özgür sayılmaz…
Günümüzde, Türkiye’de, büyük şehirlerde hayal kurmak
ayıplanır. Çok büyük hayallerinden bahsedemezsin; çünkü küçümsenirsin.
Kitaptaki hayali evren gibi şeyleri geçiyorum, büyüyünce piyanist olacağım,
sanatçı olacağım, gibi hayallerinden söz etmen güç. İnanılan iki şey var: biri
para diğeri prestij. Benim hayallerim yavaş yavaş gerçekleşiyor. Yazar oldum,
müzik yazarı oldum… Ama ben para kazanana kadar o tayfa tarafından kabul görmedim.
Para kazanmak çoğunluk tarafından kabul görmenizi sağlıyor.
Çoğunluk tarafından
kabul görmeyenler ise akıl hastanesine kapatılıyor… Kitapta psikiyatri üzerine
de düşündürüyorsunuz…
Kitapta antidepresanın depresyonu geçirebileceğinin yalan
olduğunu belgeleriyle anlattım. O kısımlar bayağı bilimsel, epey çalıştım,
okudum… İnsanı önce tamir etmeye çalışıyorlar, sanki o bir cihazmış gibi. Biraz
hayalperest olursan, ilaçlar veriyorlar. Düzelmezsen de akıl hastanesine atılıyorsun…
Ben de onları kitapta kurtarıyorum…
Kurtarmak demişken, okuyucuya
karşı da böyle bir sorumluluk hissediyor musunuz?
Benim bütün sorumluluğum hikâyeye karşı. Stephen King’in
dediği gibi, hikâyelerin belli bir evrende yaşadığını, bizim o evrene bir
şekilde arada bir gidip bu hikâyeleri aldığımızı düşünüyorum. Ve onları şu anki
evrende hakkıyla yazmak istiyorum.
Peki ya yarım
bırakılmış tarifler… Okuyucunun hayallerini kısıtlamaktan mı çekindiniz?
Bunu söylediğine sevindim. Hakikatten bilinçli olarak yarım
bıraktığım yerler var; onu da anlatmayayım; okur kendi kafasında canlandırsın,
kendi hikâyesini yaratsın, dediğim…
Ana karakterin
babasıyla olan ilişkisini bir parça utanarak, daha doğrusu çekinerek yazmışsınız
sanki… Kendi hayatınızla ilgili ipucu vermenizden mi kaynaklanıyor…
Çok içten gelen duygularla yazılmış bölümler onlar; ama
sonradan insanlarla paylaşmak konusunda belli oranda bir utanç yaşamış
olabilirim. İlk taslağı birkaç arkadaşıma okuttum ve sorduğum sorulardan biri,
“babasının ölümüne yol açan kazayla ilgili o ağır sahneler olsun mu olmasın
mı”ydı. Onlar da tam tersine “Hasta mısın! Onlar en güzel bölümler!” deyince, bıraktım…
Ben yazarlığın kendine karşı yüzde yüz dürüst olmakla ilgili bir şey olduğunu
düşünüyorum. Ne kadar duygusal anlamda çıplak olursanız o kadar iyi şeyler
ortaya çıkıyor.
Kusursuz güzellik
peşinde bir adam, kadınlarla ilgili birkaç genelleme, hikâye boyunca neredeyse
sadece seks yapmak için ortaya çıkan bir kadın… Problemli değil mi?
Problemli olan adam zaten… Kitapta kimsenin tarafını
tutmuyoruz. Yani kitabın adı Varolmayanlar olsa bile Varolmayanlar’ın tarafında
değiliz. Kitap her şeyin yıkımından yana. Bu karakter sorunlarını çözmeye
çalışıyor ve sonunda çözüyor… Aslı karakteri de ikinci planda, kalmış olabilir
ama o da öyle bir karakter…
Aslında sorun
derinliksiz karakteri kadın yapmak. Bütün dünyayı değişirmeye aday bir zihne
sahip olsanız bile, yine de kadın meselesini tâli bir sorun gibi algılıyor olabilir
misiniz?
Kitabın başrolünde bir kadın var diyorsan, o zaten Aslı değil
Ezgi olmalı. Her ne kadar kayıp bir karakter olsa da… Zaten kitapta erkek bakış
açına bir eleştiri var. Erkeğin kadına sadece fiziken ve belli estetik kaygılarla
bakması eleştiriliyor. Erkek dünyasına, kadın dünyasından daha çok eleştiri
getiriyor Varolmayanlar…
Kitapta olduğu gibi, yazarak gerçekliğe müdahale edebilir miyiz?
Hayalet Kitap'ı bitirmeye yakın bir dönemde Varolmayanlar'ın fikri oluştu.
Oradaki bazı yan hikâyeler gerçek hayata sirayet
etti. İlk kitabımda bir hikâyede Mars'taki bir ovaya Carl Sagen'den
esinlenerek Sagen ovası demiştim. Sonra gerçekten bir ova bulundu
Mars'ta ve ona Carl Sagan adı verildi. Ufak tefek böyle şeyler yaşadım yine... Bir müzik yazısı yazmıştım, İzmirli Rampage
tekrar kurulsun diye... 1995'te dağılan gurup, o yazıyı yazdıktan bir süre
sonra grup yeniden kuruldu. Yazar arkadaşlarımla sohbetlerimde onların da
benzer rastlantılarla karşılaştıklarını duymuştum. Diğer yandan yazar ile
yarattığı karakter arasında da neredeyse paranormal bir etkileşim de
yaşanabiliyor. Yazdığın karakter gibi düşünmeye başlıyorsun, hatta karakterin
başı ağrıyorsa yazarın da başına ağrı girmesi gibi sağlığı etkileyen durumlar
ortaya çıkabiliyor.
Romandaki maceradan "yazdığın şeye ne kadar inanırsan hayatı da o
kadar değiştirebilirsin" sonucu çıkıyor. Okur da bu macerayla birlikte
hayal dünyasında yeni bir olasılık yaratacak. Yani bir anlamda yazdığınız ve
okuduğunuz her kitapla gerçeklik zaten az çok değişiyor.
Hem yazarsınız hem
gazeteci, sürekli yazınca konuşmak zorlaşıyor mu?
Sadece gazetecilikle ilgili değil her zaman konuşmakla ilgili
sıkıntım olmuştur. Daha önceki kitaplarımla ilgili röportajlarda da zorlandım.
Söylemek istediklerimi tam olarak anlatabilecek miyim, diye… Ama bu defa biraz
rol yapıyorum. Çünkü bir motivasyonum var, bu kitabın okura ulaşmasını
istiyorum… Daha önceki kitaplar ulaşmadı okura, o konuda dertliyim, hala
e-mail’ler alıyorum, ulaşmak istiyorlar. Şu anda aktif olmayan Küçük bir yayınevinden
çıkmıştı onlar, o yüzden insanlar o kitaplara ulaşamadılar. O kitapların bahtsızlığını
Varolmayanlar da yaşasın istemiyorum.
Varolmayanlar
Doğu Yücel
Doğan Kitap
439 sayfa
24 lira
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder