22.01.2012 (Taraf)
Üniversitede çok kıymetli bir
hocam ‘Evladını yiyen anne’ dediğinde İstanbul için, henüz sadece birkaç eylem
için gelmiş, birkaç saatimi vermiştim bu şehre.
Bir sonbahar sabahı otobüsten
inip İstiklal’in ıslak ve tenha sokaklarında yürümenin ne olduğunu, o caddenin
sesini ve kokusunu iyi biliyordum. Kafamda yankılanan birkaç ebeveyn cümlesiyle
geziyordum hep: Aman dikkat et. Tehlikelidir İstanbul.
Oysa, doğup büyüdüğüm, herkesin
büyük ve açıkgörüşlü olduğunu sandığı ama küçücüklüğünü ve muhafazakârlığını
iliklerime kadar her fırsatta hissettiğim o güzel şehri; İzmir’i terk ederken,
bu şehrin tehlikelerinden, burada yaşayacağım bireysel ve toplumsal kalp
kırıklıklarından bihaberdim. İyi ki de öyleymişim…
Tüm hayatınızı İstanbul’da geçirdiyseniz, bu şehrin acımasızlığını anlamanız pek kolay değil. Yok başka bir coğrafyada yeşerip sonra ansızın bir operasyonla buraya ekilmişseniz, önce solmak sonra yeniden yeşermek zorunda kalacağınızdan, başka gözlerle bakmayı öğrenirsiniz İstanbul’a.
Tüm hayatınızı İstanbul’da geçirdiyseniz, bu şehrin acımasızlığını anlamanız pek kolay değil. Yok başka bir coğrafyada yeşerip sonra ansızın bir operasyonla buraya ekilmişseniz, önce solmak sonra yeniden yeşermek zorunda kalacağınızdan, başka gözlerle bakmayı öğrenirsiniz İstanbul’a.
Bu sert şehir, birden bire
sizin aynı anda hem en büyük aşkınız hem de en büyük düşmanınız oluverir.
Şimdi bunca iddianın altının
doldurulması icap ediyor… Edilen lafların altını bazen kelimelerden daha iyi
dolduruyor müzik.
Bu noktada gelin Ceyl’an
Ertem ve Barana’nın Xenopolis’ini dinlerken sonra tekrar konuşalım…
O vakte kadar ise dilimiz
döndüğünce anlatmaya çalışalım albümü…
Farklı projelerde farklı
müzisyenlerle işbirliği yapmalarına alışık olduğumuz Steven Kamperman ve Behsat
Üvez’den oluşan Hollandalı Barana grubu yeni prejelerinde Ceyl’an Ertemle
birlikte çalıştı.
Üçlüye İranlı perküsyoncu
Afra Mussawissade, Hollandalı gitar virtiyözü Jeff Sopacua ve çellist Ernst
Reijseger eşlik etti. Albümün bizce en ilginç yanlarından biri bu noktayla
ortaya çıkıyor. İstanbul’u çok az tanıyan bu müzisyenlere o kadar içli
anlatılmış ki bu şehir, sesler tıpkı İstanbul gibi tınlıyor.
Haykırışlarına alışık
olduğumuz Ceyl’an bu albümde coşkusunu daha ‘usul usul’ veriyor bize.
İstanbul kendi kendini
anlatıyor. “Oradaydım, sokuldular bahçeme, çocukları gönderdiler uzağa” diye konuşturuluyor
Sulukule “Söylediler ki hepsi iyiliğimeymiş” diyerek bu yerinden etme harekâtını
yemediğini anlatıyor tatlı tatlı… Sonra
“Sen o öteki beriki kimsiniz?” diye soruyor Birinci Sınıf isimli şarkı.
“Eşittir yok burada eşit” diyerek acılarımızın sınıflarımızla kurduğu köprüleri
işaret ediyor.
Adapazarı depremini
yaşadıktan sonra İstanbul’a gelen Ceyl’an “Silkecek doğa kirli bir kumaş gibi
üstünü, balıklar dizilecek boğazına, bilmiyorlar insanlar diplerinin sıcağını,
boğazıma kadar battım ben kaygıya” sözleriyle ha yıkıldı ha yıkılacak denilen
İstanbul’la alay ediyor…
Albümün en vurucu şarkısı ise
Arabesk. Bugün hala kimse gelip onu rahatsız edemesin diye Mersin’de demir
parmaklıklar arasında yatan güzel kadın Bergen’i anlatıyor şarkı. Ondan alınan
bir dizeyle “Bütün zalim olanları, sen affetsen ben affetmem Tanrım” diye
inliyor Ceyl’an… 1982’de üzerine kezzap atılarak yara içinde bırakılan ve kadınlığımızın
bedenimizden ayrılamayacağını bir ders gibi öğreten o hadiseden sonra, 1989’un 14 Ağustos’unu 15 Ağustos’a bağlayan gece
Halis Serbes’in silahından çıkan altı kurşunla katledilen o kadın, Xenopolis’te
yeniden dile gelip, İstanbul’da, bu ülkede, bu dünyada acılar içinde
kıvranmakta olan, nefret edilen ve defalarca öldürülen kadınların, hepimizin
hesabını soruyor…
Bu kadar
anlatmak yetmez. Xenopolis kendi kendini anlatacak, sadece size ait hikâyelerle
köprüler kuracak… Kulak verin…
Ceyl’an Ertem & Barana, Xenopolis, Baykuş Müzik
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder