17 Eylül 2013 Salı

Karaköy’ü kullanma kılavuzu

Birgün (17.09.2013)




Hayatı bizim kurallarımız yönetiyor! Kesin bilgi. Karaköy keşmekeşinde doğrulandı. Gözlerinizle görmek için Tophane’deki Antrepo no.3’ü ziyaret etmek yeterli.
İspanya’nın Bask bölgesinde yaşayan ve 13. İstanbul Bienali kapsamında İstanbul’da ağırladığımız sanatçı Maider Lopez, Karaköy’e dokuz tane kamera yerleştirdi. İki saat boyunca yayaların karşıdan karşıya geçme çabalarını görüntüledi. Bireylerin yazılı kuralları değil, kendi oluşturduğu yol haritalarını izlediğini gösteren kayıtlar ‘Yollar Açmak’ isimli video işine dönüştü. Bienalin temasına uygun şekilde ‘Kamusal alan’ kavramını sorgulayan sanatçı Karaköy’de karşıdan karşıya geçmenin kurallarını da 10 maddede özetledi. 'Bu sadece bir semtin değil, Türkiye'nin öyküsü' diyen Maider Lopez’le konuştuk…
Neden Karaköy’ü seçtiniz?
Bienal projesi üzerine düşünmek için İstanbul’a bir yıl önce geldim. Fark ettiğim ilk şey farklı insanların farklı nedenlerle Karaköy’de buluşması oldu. Gazeteciler geliyor, vapurlar yolcu indiriyor, Asya’dan, Galata’dan insanlar toplanıyor. Herkesi birleştiren bir nokta…  Daha sonra ise kafamda ‘Burada karşıdan karşıya nasıl geçerim?’ sorusu belirdi. Bir kullanma kılavuzuna ihtiyacım vardı. Yabancı birinin burada aklı karışıyor, nasıl hareket edeceğini bilemiyor. Ardından, fark ettim ki, sizler, aslında karmaşa gibi görünen kurallar koyarak, buradaki yaşamı sürdürüyorsunuz. Ve bu durum yalnızca Karaköy’de değil, kentin pek çok yerinde yaşanıyor.

Peki ya sizin ülkenizde nasıl oluyor bu işler? 

Ülkemde böyle bir şey yok. Herkesin takip ettiği bir kurallar bütünü var. Aslında Türkiye’ye özgü bir şey bu. Sizin bile fark etmediğiniz şekilde kültürünüzün parçası. Siz gerçekten kamusal alanın keyfini çıkarmak için kenti ve hayatı dönüştürüyorsunuz. Kendinize ait yollar yaratıyor, kendi kurallarınızı koruyorsunuz.

İktidar eliyle kurulan ve yine iktidar tarafından sosyal ve ekonomik yapısı belirlenen bir alanda, ‘insanların yaratması’ndan kastınız tam olarak nedir?
Devlet Karaköy’ü 1960’larda yayalardan aldı, arabalara verdi. Yayalara ‘alt geçitlerden geçin’ dendi. Fakat insanlar, inat ettiler, altgeçitleri değil yolları kullandılar. İnsanlar, toplu taşıma araçları ve arabalar birlikte yaşamaya başladı. Bu birbirini anlamanın bir yolu, hatta birlikte yaşamaya dair bir şifre.

Kamusal alanı devlet kontrolünün olmadığı ve bireylerin kolektif biçimde kendi kurallarını koyduğu bir yer olarak tanımlıyorsanız, Karaköy’ün gerçek bir kamusal alan olduğunu söyleyebilir miyiz?
Elbette. Kamusal alan tamamıyla bireylerin yarattığı bir yerdir. Orası yalnızca bir mekân olarak değerlendirilemez. İnsanların nasıl etkileşime geçtiği, birbirleriyle ve o alanla nasıl bağ kurdukları da önemli. Bu projede insanların bir kamusal alan yaratma kapasitelerine ve mekânı nasıl kullandıklarına vurgu yapmaya çalıştım. Kamusal alan bize nasıl davranmamız gerektiğini söyleyen bir simgedir. Geçecek miyim duracak mıyım, bankta oturacak mıyım oturmayacak mıyım, oraya doğru yürüyecek miyim, çimlere basacak mıyım basmayacak mıyım… Burada vurgu yaptığım şey insanların bu kamusal alanı yaratmaları ve kendilerince tarif etmeleri.
Bu güne kadar ürettiğiniz tüm işlerinizde bu kavrama odaklandınız. Benzer şeyleri çok farklı şekillerde söylediniz. Peki kavram sizin sanatınızın kendisini nasıl dönüştürdü?
Bu ilgi beni sokaklara götürdü. Çünkü bence kamusal alan tüm bunların olmasına izin veren alandır. İnsanlara kendi yollarını yaratma gücü veren yerdir. İşlerim önce içeride sergi salonlarında başladı. Sonra dışarı çıktım. Dışarıda insan ve mekân ilişkileriyle ilgilendim.
Bu kurallar belli ki yalnızca karşıdan karşıya geçmek için yazılmadı. Sosyal yaşamın her alanında uygulanabilir görünüyor…
Ben size bunlar devrim yapmanın kuralları diyemem. Ama elbette bunlar, politikaya ve hayata, yani ‘büyük resme’ uygulanabilecek bir metafor. Bu kurallar hem Gezi Parkı’nın hem de babaannenle iyi ilişki kurmanın anahtarı olabilir.

Bienal kapsamında sergilenen ‘Traffic Jam’ isimli işiniz için ise 2005’te yemyeşil dağlık bir arazide, yüzlerce otomobili buluşturdunuz…

Önce insanlara gazete ve radyolar aracılığıyla ulaşıp, arabalarıyla, ‘dağlara’ gelmeleri için çağrı yaptık. Orada bir trafik yarattık. Çünkü trafik, her gün yaşadığımız ve nefret ettiğimiz bir şey. Bu durumu bağlamından koparıp, gerçeklikten uzaklaştırdık, durumun absürtlüğüne vurgu yaptık.  Öte yandan, herkesin oraya gelme nedeni başkaydı. Mesela kimisi arabanın bu kadar yaygın kullanımına karşıydı, fakat bir başkası, arabasıyla gurur duyduğu ve onu göstermek istediği için geldi. Burada tamamen başka fikirlerden insanların aynı şey için ortak hareket edebileceğini gösteriyordu. Birbirleriyle etkileşim içine girdiler. Bir kamusal alan yarattık ve farklı yollar önerdik.

Bienal izleyiciyle eserler arasında nasıl bir ilişki kuruyor?
Bienal genel olarak kamusal alanda yaşayan insanlara, değiştirme potansiyeli taşıyan ve kırılgan zeminlerde duran bireylere (‘barbar’lara) odaklanıyor. Sergilenen işler, kamusal alanı tekrar düşünebilmek için, ona farklı açılardan bakmaya ve özneyi yeniden inşa etmeye çağırıyor. Gordon Mata-Clark, Jiri Kovanda ve Guillaume Bijl’e ait eserlerin özellikle ilgimi çektiğini söyleyebilirim.


İŞTE 10 ALTIN KURAL 


+Varış noktasını gözünde canlandır ve bir plan yap.
+Yöntem işe yaramadığında yeni rotalar yarat.
+Ana adapte ol ve planın değişmesine müsaade et.
+Doğru anı yakala.
+Karar ver ve kararına sadık kal.
+Doğru olmadığı ortaya çıkarsa geri dön ama yolun ortasında duraklama.
+Göz kontağı kur.
+Eğer şüphe duyuyorsan ne yaptığını biliyormuş gibi görünen birini takip et.
+Bir kez grup oluştuktan sonra harekete geçmek daha kolaydır.
+Kendiliğinden örgütlenme kolektif yollar yaratır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder