24.12.2011 (Radikal)
Bu akşam saat 22.00’de Jolly Joker İstanbul'da Yüksek Sadakat’in yeni albümünün ilk konserine gidenler ne duyacaklar bilemem; ama albümü çıkmadan dinleme şansı elde eden ben, ‘ilişkiler’ üzerine konuşan iç sesimi duydum bol bol. Bu yüzden Yüksek Sadakat’le üç yıl aradan sonra çıkan ‘Renk Körü’ üzerine sohbet etmeye, aklımda sabitlenen bir soruyla gittim. Serkan Özgen (gitar) ve Uğur Onatkut (tuşlu çalgılar) yoktu. Alpay Şalt (davul), Kutlu Özmakinacı (bas) ve Kenan Vural (vokal) oturduk. Döndüm ve o soruyu şarkının yazarı Vural’a sordum.
‘Son Veda’ şarkısında ‘Gidişlerim geri dönmek için’ diyorsunuz ya… Geri döner mi bunu söyleyerek giden?
Kenan Vural: E tabii. Zaten görmeseniz de söküp atamadığınız insanlar var. Çok yıpranmış bir ilişkide yollardan biri uzaklaşmak, kafa dinlemek, sakinleşmek, içinde bulunduğumuz durumu tek başımıza analiz etmek, sonra da tekrar dönmek ve denemektir. Gidişler geri dönmek içindir…
Şarkıların büyük bölümünün gayet anlaşılır ve basit şekilde, ilişkilere yönelik ‘erkek’ bakış açısını aktardığına katılır mısınız?
Kutlu Özmakinacı: Ataerkil bir noktadan dünyayı okumaksa dediğiniz, öyle olmadığını düşünüyorum. Biz erkek olduğumuz için zaten kendiliğinden ortaya çıkıyor o sözler. Neyseniz onu yansıtabilmeniz hayırlı bir şey aslında.
‘Renk Körü’ parçasında cinsel kimliğe vurgu yaparken neden sadece ‘erkek seven erkek’leri anıyorsunuz?
K.Ö.: Şarkının meselesi ırk, cins ya da din ayrımından kaynaklanan durumlara ayrımcı bir bakış açısıyla bakanlarla.
‘Sana Aşık Yalnız Ben’ de eski aşklara gönderme yapıyor, ‘Parti Çocuğu’nda ‘Modern zamanın aşkları yarım günde biter’ diyorsunuz. Hakikaten böyle bir derdiniz var mı?
K.Ö.: Her şey gösteri ve tüketim üzerinden yürüyor. Zamanın ruhu bu. Sahiden bir gün sürüyor aşkın acısı. Ama tarif ederken de yargılayan bir yerden yaklaşmamaya çalışıyorum. Bugünün dünyasını yargılamak yerine sadece dikkat çekmek beceri.
K.Ö.: Biz de…
Alpay Şalt: Biz o yüzden seçmiştik parçayı ama Türkçe gitmeme kararı aldık. Üzerine başka söz yazıldı. O zaman büyü biraz yok oluyor.
K.V.: Ben ‘Parti Çocuğu’nu ilk duyduğumda müzikal olarak önerdiği şeyden ziyade anlattığı hikâyeyi çok sevmiştim. Düzenleme de Türkçe sözlere göre olduğundan, parça Türkçe olarak çok ‘olmuş’ bir şarkıdır…
Albümde alaturka bir tını yok. ‘Renk Körü’, Yüksek Sadakat’i bu ‘alaturka tını’ mevzuunun dışına taşıyacak gibi…
K.Ö.: Genel bir yanlış algı var Türkiye’de, özellikle rock’n roll’la ilgilenen dinleyici kesiminde. Bu tip sentezleri hoş karşılamıyorlar. Bize geçenlerde bir soru sordular, ‘Siz rock grubu musunuz?’ diye. Biz bu sorulara muhatap olacak yaşı çoktan geçtik. Biz müzisyeniz. Rock’muş, tangoymuş, popmuş bunların hepsi benim için eşit. Ben rock’la 15 yaşındaki çocuğun yaşadığı sağlıksız ilişkiyi yaşamıyorum. Beni üzen müzisyenlerin bundan etkilenip ellerini korkak alıştırmaları. Ya bize buradan bir laf gelirse, bunu daha çok satmak için mi yaptınız, bu rock mu şimdi derlerse… Yahu kardeşim olur mu, ben koyarım kuralı. Zamanın ruhunu yaratan benim; sen değilsin. Sanatın içinde sınırlar olabilir mi? Öyle olsaydı hâlâ taş devrinde tamtam çalıyorduk.
Yönlendirmelerinizle bana yardımcı oluyorsunuz. Müzik yazarlığınızın etkisini hissediyor musunuz röportaj verirken?
K.Ö.: Ben daha çok sorduğum sorunun hemen yakınında yer alan bazı komşu konulara yanıt vermeye çalışıyorum. Daha anlaşılır olmak, kafalardaki tüm sorulara yanıt vermek için.
Rock çağının pek çok dönemine ayrı ayrı göndermeler duyuyoruz albümde.
K.V.: Tabii onu gönderme yapmak için yapmıyoruz. Bizim müziğimiz bugüne kadar dinlediğimiz ne varsa bunların hepsinin aynasıdır.
K.Ö.: Biz bir tercih yapmışız farkında olmadan galiba. Bir grubun önünde iki yol var. Bir spesifik bir sound oluşturmak, Duman, Athena gibi. Biz ise birbirinden çok farklı şarkılar yazdığımızdan, şarkımızın döneminin ruhunu yansıtmak, duymak istiyoruz. Bir albümü dinlerken birden fazla tavır, duruş hissedebiliyorsunuz bizde.
Pop’la ilişkiniz nasıl. Bu albümün düzenlemelerini yaparken araya mesafe koyma ya da koymama derdiniz var mıydı?
K.Ö.: Temelde yoktu. Ama Türkiye’de rock’la uğraşan ve adını sanını bildiğimiz herkes de o pop sahnesi içinde yer alıyor. Şebnem, Duman, Teoman, biz; herkes popüler müzik yapmakta. Rock’n roll’un dünyada gittikçe popüler müzik tarifi içine giriyor olması bir realitedir. Pop’un formülünden hiçbirimiz uzak değiliz. İnsanlar kulaklarının alışık olduğu şeyleri severler. Fakat biz Türk popu yapmıyoruz, aradaki fark o. Biz başka bir müzikal öneride bulunuyoruz.
K.V.: Biz şarkılarımızı grup olarak düzenliyoruz. Herkesin heybesindeki müzik kültürünü mayalıyoruz. Ortaya yeni bir müzik çıkarıyoruz. Bu albümü yine biz yapmış olsaydık; ama üç ayrı aranjör düzenlemiş olsaydı, darmadağın karman çorman olurdu. Bir sound birliği olmazdı. O işin büyüsü bizim kendi işimizin başında olmamızdan kaynaklanıyor.
Konuşurken gelebilecek muhtemel eleştirilere hazırsınız sanki… Siz çok temkinli bir grupsunuz. Eurovision mevzuunu kapatışınızda da sezdik bunu…
K.V.: Bize gelen eleştiri tutarlıysa onu değerlendiririz. Değilse cevap bile vermeyiz. Biz karşımızdakini eleştirirken nasıl davranıyorsak karşımızdakinden de öyle olmasını bekliyoruz. Eurovision’dan sonra da özel bir strateji izlemedik. Sadece, olur olmaz herkese röportaj vermeyeceğiz dedik ve sadece bir basın toplantısı düzenledik, sonra yolumuza baktık…
K.Ö.: İlk basın toplantısında söyledik, müziğin yarışmasına sıcak bakmıyoruz; ama ülkemiz bizden bir şey isterse yaparız… Çünkü Türkiye’yi seviyoruz…
Hâlâ sevebiliyor musunuz? Şu sıralar herkes gözaltında…
K.Ö.: Birbirine ters olarak işleyen bir süreç var şu anda. Refaha ulaşmış, ekonomik olarak dünyayla aynı seviyede fakat fikir özgürlüğü olarak daha aşağıda olan bir ülke beni rahatsız eder. Buraya doğru mu gidiyoruz? Gittikçe daha fazla soruyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder