16 Kasım 2012 Cuma

'Sokak kızı' İstanbul'da...

Şarkı söylemenin alamet-i farikası içine derin bir nefes çekip sonra o nefesi sakince dışarı vermekte gizli bence. Nefesi verirken içinde biriktirdiklerin de çıkıyor dışarı; hafifliyorsun.
Madeleine Peyroux'nun sesi diyaframımı şişirirken döndüğü gibi döndürüyor başımı...
O hafifledikçe ben de hafifliyorum.
Kendisi bu akşam ve yarın akşam 21.30’da İKSV Salon'da.
Yeni dönemin rock, elektronik ve dahi poptan beslenen alternatif müziğini en iyi yorumlayan kalemlerden biri olduğunu düşündüğüm Banu Öğüt'ün Radikal için bu güzek 'sokak kızı'yla yaptığı röportajı siz de okuyun istedim.
Ve böylece Kayıt Altı ilk konuk yazarını ağırlama şerefine nail oldu.

İşte o röportaj...




İstikrarlı bir yol arıyorum


Uzun süre sokak müzisyenliği yapan Madeleine Peyroux, "Yemeğe ve kahveye yetecek kadar para kazanmak için çaldığımız günler güzeldi ama istikrarlı bir yolum olmalıydı" diyor.
Pek çoğumuz Leonard Cohen ’in ‘Dance Me To The End of Love’ ve Elliott Smith’in ‘Between The Bars’ parçaları başta olmak üzere her albümünde titizlikle seçtiği efsanevi parçaları caz müziğiyle buluşturmasıyla tanıdık Madeleine Peyroux’yu. Üçüncü kez İstanbul ’u teşrif edecek, bu kez Salon’un caz esintisine dahil olacak sanatçıyla sokaklardan sahneye müzikal geçmişini ve kendi parçalarının ağırlıkta olduğu son albümü ‘Standing on the Rooftop’ı konuştuk.

Küçük yaşta sokaklarda çalmanın müzikal kariyerinize getirisi ne oldu?
Şunu itiraf etmeliyim ki o zamanlar ilk önce müzik, sonra para geliyordu benim için. Sokaklarda çalmaya başladığım zamanlarda insanlar istemememe rağmen para veriyorlardı. Sonra gördüm ki, sokaklarda çalan, dans ettiren, eğlendiren, düşündüren çok başarılı gruplar var. Ben de yapabilirim diye düşündüm. Sokak, özgürlük ve kültürün buluştuğu noktaydı benim için. Ama sonra bunu hayatımın sonuna dek yapmak istemediğimi fark ettim. Hayatımda istikrarlı bir yol olmalıydı. Aslında hâlâ bu yolun arayışındayım.

New York ve Paris gibi, zamanında birçok sanatçıya ilham veren şehirlerde deneyimleriniz oldu. Bu iki şehrin müziğiniz üzerinde ne gibi bir etkisi var?
Hayatımın belirli dönemlerini Amerika ve Avrupa’da, özellikle Fransa ’da geçirdim. Amerikan kültürü ve müziğinin özel bir yeri var. Babamın çocukluğunu geçirdiği New Orleans, müzik eğitimime başladığım yer. Fakat canlı performans deneyimimi Paris sokaklarına borçluyum. Basit hayat, kaliteli müziği de beraberinde getiriyor. Paris’te sadece yemeğe ve kahveye yetecek kadar para kazanmak için çalıyorduk. Müzik yapmanın ötesinde hiçbir şeyi önemsemiyorduk.

‘Standing on The Rooftop’ öncekilere kıyasla farklı enstrümanların bir arada kullanıldığı, daha deneysel bir albüm…
Bu albümün müziğimde daha olgun bir dönemin başlangıcını işaret ettiğini söyleyebilirim. Bu albümle müzisyen olarak yeni keşifler peşindeydim dolayısıyla kendimi farklı bir şekilde ifade edebildiğimi düşünüyorum. 
Bir röportajınızda başka sanatçılara ait parçaları yorumlamanın yaratıcılığınızı bir dönem kısıtladığını söylemiştiniz. Birkaç senedir kendi parçalarınızın ağırlıkta olduğu albümlerle dinleyicilerinizin karşısındasınız… 
Başka insanların parçalarını söylemekten hiçbir zaman kaçınmadım çünkü aynı zamanda kendim deşarkı sözü yazıyorum. Dolayısıyla bunun bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Ben öncelikle bir şarkıcıyım ve en iyisiyim. Başkalarının parçalarını yorumlamak ise aynı kişinin başka bir özelliği sadece. Şarkı söylemenin tüm hayatımı şekillendirdiğini düşünüyorum ve farklı bir tercihim olmadığı sürece bu değişmeyecek.

Bu albümde daha baskın olan söz yazarlığı rolünüzde öncesine göre nasıl bir değişim gözlemliyorsunuz?
Söz yazmada hikâye anlatımı devreye giriyor. Trajediden komediye, hayal gücüne kadar her şeyden besleniyorsunuz. Kısaca, şarkı sözü yazmak düşünmenin de ötesinde deneyimleriniz için bir alan oluşturuyor. Tabii benim de kendime özgü bir hikâye anlatımım var. Yalnızlıktan beslenen, monologlar halinde ilerleyen ama aynı zamanda dışa dönük olmaya hevesli bir anlatım. 
Peki Rolling Stones’tan Bill Wyman’la çalışma fikri nasıl ortaya çıktı? 
Kesinlikle kimsenin Rolling Stones’tan beklemediği bir ortak çalışmaydı bu. Bill Wyman şu anda, grubu Bill Wyman’s Rhythm Kings dahilinde jazz ve blues sound’larının bilinciyle müzik yapıyor. Kendisiyle bir araya geldiğimizde aynı bilinçle hareket ettiğimizi ve benim de bu yolda ilerlediğimi fark ettik. Tabii ki, Wyman’dan biraz rock’n roll kapabildiysem ne mutlu bana.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder