16 Eylül 2011 Cuma

“Bu kitap her şeyin yıkımından yana”


17.09.2011 (Taraf Kitap)

Gerçek hayatın sertliğinden zorluğundan kaçmak için değil; yıkmayı planladığının yerine koyacağın yaşamı prova etmek için kuruluyor hayal. Genç ve deneyimli bir kalem, oldukça sade bir dille, bize kaostan değil, öngörülebilirlikten korkmayı tavsiye ediyor…
Gazeteci ve müzik yazarı kimlikleriyle de tanıdığımız Doğu Yücel’le yeni romanı Varolmayanlar’ı konuştuk..
Varolmayanlar her fırsatta içinde bulunduğumuz ekonomik sistemin yaşam şekline eleştiri getiriyor. Bu eleştirilere zemin hazırlayan dert ne?
Sanat hem hayatı hem değiştirmek hem de ondan intikam almak üzerinedir... Başka bir dünyanın mümkün olduğunu düşünerek yazarsın çizersin, çalarsın söylersin… Daha önceki kitaplarımda da vardı, ama bu kitapta daha bir ön plana çıktı eleştiri… Burada sistemin kendisini, hatta varoluşu irdeledim.

İstemeye istemeye iktisat okuduğunuzu biliyoruz. Kitapta bu alanda çalışan ana karakterin yaşamı epey sorgulanıyor. Sizin intikamınız da bu mu?
Kitabı yazarken, eğer iktisat alanında çalışsaydım nasıl bir adama dönüşürdüm, diye düşündüm. Etraftaki arkadaşlarıma baktım. Benimle aynı kafadayken bir anda üniversite eğitimiyle değişenlere… Burada da öyle bir karakter çizdim. Bütün o eski zevklerinden, hikâye, günlük yazmaktan, sevdiği müzikleri dinlemekten vazgeçen, kendini beyaz yakalı yaşam biçimine veren, sözüm ona yaşam kalitesi yüksek bir profil çizdim.

Neyse ki, hayatı öngöremiyoruz; iktisat okuyan biri orada çakılıp kalmayabiliyor… Zamanın ruhunun lanetlediği kaos, kitapta bir çözüm yolu olarak gösteriliyor…
Bu düzen bir yere gitmez; bunu denedik. Düzenin tüm parçaları, siyasi elementleri, inançla ilgili katı düşünceler, endüstri, medeniyet; hepsi değişmeli. Kitap, hayallerden faydalanarak değiştiriyor ve dünyaya mutlak bir kaosun hâkim olması gerektiğini, insanların ondan sonra doğal yaşama dönebileceklerini iddia ediyor…

Kitapta hayal ve gerçek zaman zaman birbiri içine giriyor…
Çok basit bir felsefe olabilir ama herkesin kendi gerçekliği var ve o gerçeklik içinde neye inanıyorsan olur.  Mesela benim kendi gerçekliğim hayallerin gerçekleşebileceği üzerine kuruludur. Film izlediğim, roman okuduğum zaman sanki onlar benim göremediğim bir yerlerde gerçekleşiyor gibi hisseder ve mutlu olurum. Aşırı katı rasyonel düşünceye kitapta karşı çıkıyorum…

Hayallerimiz de pek özgür sayılmaz…
Günümüzde, Türkiye’de, büyük şehirlerde hayal kurmak ayıplanır. Çok büyük hayallerinden bahsedemezsin; çünkü küçümsenirsin. Kitaptaki hayali evren gibi şeyleri geçiyorum, büyüyünce piyanist olacağım, sanatçı olacağım, gibi hayallerinden söz etmen güç. İnanılan iki şey var: biri para diğeri prestij. Benim hayallerim yavaş yavaş gerçekleşiyor. Yazar oldum, müzik yazarı oldum… Ama ben para kazanana kadar o tayfa tarafından kabul görmedim. Para kazanmak çoğunluk tarafından kabul görmenizi sağlıyor.

Çoğunluk tarafından kabul görmeyenler ise akıl hastanesine kapatılıyor… Kitapta psikiyatri üzerine de düşündürüyorsunuz…
Kitapta antidepresanın depresyonu geçirebileceğinin yalan olduğunu belgeleriyle anlattım. O kısımlar bayağı bilimsel, epey çalıştım, okudum… İnsanı önce tamir etmeye çalışıyorlar, sanki o bir cihazmış gibi. Biraz hayalperest olursan, ilaçlar veriyorlar.  Düzelmezsen de akıl hastanesine atılıyorsun… Ben de onları kitapta kurtarıyorum…

Kurtarmak demişken, okuyucuya karşı da böyle bir sorumluluk hissediyor musunuz?
Benim bütün sorumluluğum hikâyeye karşı. Stephen King’in dediği gibi, hikâyelerin belli bir evrende yaşadığını, bizim o evrene bir şekilde arada bir gidip bu hikâyeleri aldığımızı düşünüyorum. Ve onları şu anki evrende hakkıyla yazmak istiyorum.

Peki ya yarım bırakılmış tarifler… Okuyucunun hayallerini kısıtlamaktan mı çekindiniz?
Bunu söylediğine sevindim. Hakikatten bilinçli olarak yarım bıraktığım yerler var; onu da anlatmayayım; okur kendi kafasında canlandırsın, kendi hikâyesini yaratsın, dediğim…

Ana karakterin babasıyla olan ilişkisini bir parça utanarak, daha doğrusu çekinerek yazmışsınız sanki… Kendi hayatınızla ilgili ipucu vermenizden mi kaynaklanıyor…
Çok içten gelen duygularla yazılmış bölümler onlar; ama sonradan insanlarla paylaşmak konusunda belli oranda bir utanç yaşamış olabilirim. İlk taslağı birkaç arkadaşıma okuttum ve sorduğum sorulardan biri, “babasının ölümüne yol açan kazayla ilgili o ağır sahneler olsun mu olmasın mı”ydı. Onlar da tam tersine “Hasta mısın! Onlar en güzel bölümler!” deyince, bıraktım… Ben yazarlığın kendine karşı yüzde yüz dürüst olmakla ilgili bir şey olduğunu düşünüyorum. Ne kadar duygusal anlamda çıplak olursanız o kadar iyi şeyler ortaya çıkıyor.

Kusursuz güzellik peşinde bir adam, kadınlarla ilgili birkaç genelleme, hikâye boyunca neredeyse sadece seks yapmak için ortaya çıkan bir kadın… Problemli değil mi?
Problemli olan adam zaten… Kitapta kimsenin tarafını tutmuyoruz. Yani kitabın adı Varolmayanlar olsa bile Varolmayanlar’ın tarafında değiliz. Kitap her şeyin yıkımından yana. Bu karakter sorunlarını çözmeye çalışıyor ve sonunda çözüyor… Aslı karakteri de ikinci planda, kalmış olabilir ama o da öyle bir karakter…

Aslında sorun derinliksiz karakteri kadın yapmak. Bütün dünyayı değişirmeye aday bir zihne sahip olsanız bile, yine de kadın meselesini tâli bir sorun gibi algılıyor olabilir misiniz?
Kitabın başrolünde bir kadın var diyorsan, o zaten Aslı değil Ezgi olmalı. Her ne kadar kayıp bir karakter olsa da… Zaten kitapta erkek bakış açına bir eleştiri var. Erkeğin kadına sadece fiziken ve belli estetik kaygılarla bakması eleştiriliyor. Erkek dünyasına, kadın dünyasından daha çok eleştiri getiriyor Varolmayanlar…

Kitapta olduğu gibi, yazarak gerçekliğe müdahale edebilir miyiz?
Hayalet Kitap'ı bitirmeye yakın bir dönemde Varolmayanlar'ın fikri oluştu. Oradaki bazı yan hikâyeler gerçek hayata sirayet etti. İlk kitabımda bir hikâyede  Mars'taki bir ovaya Carl Sagen'den esinlenerek Sagen ovası demiştim. Sonra gerçekten bir ova bulundu Mars'ta ve ona Carl Sagan adı verildi. Ufak tefek böyle şeyler yaşadım yine... Bir müzik yazısı yazmıştım, İzmirli Rampage tekrar kurulsun diye... 1995'te dağılan gurup, o yazıyı yazdıktan bir süre sonra grup yeniden kuruldu. Yazar arkadaşlarımla sohbetlerimde onların da benzer rastlantılarla karşılaştıklarını duymuştum. Diğer yandan yazar ile yarattığı karakter arasında da neredeyse paranormal bir etkileşim de yaşanabiliyor. Yazdığın karakter gibi düşünmeye başlıyorsun, hatta karakterin başı ağrıyorsa yazarın da başına ağrı girmesi gibi sağlığı etkileyen durumlar ortaya çıkabiliyor.
Romandaki maceradan "yazdığın şeye ne kadar inanırsan hayatı da o kadar değiştirebilirsin" sonucu çıkıyor. Okur da bu macerayla birlikte hayal dünyasında yeni bir olasılık yaratacak. Yani bir anlamda yazdığınız ve okuduğunuz her kitapla gerçeklik zaten az çok değişiyor.

Hem yazarsınız hem gazeteci, sürekli yazınca konuşmak zorlaşıyor mu?
Sadece gazetecilikle ilgili değil her zaman konuşmakla ilgili sıkıntım olmuştur. Daha önceki kitaplarımla ilgili röportajlarda da zorlandım. Söylemek istediklerimi tam olarak anlatabilecek miyim, diye… Ama bu defa biraz rol yapıyorum. Çünkü bir motivasyonum var, bu kitabın okura ulaşmasını istiyorum… Daha önceki kitaplar ulaşmadı okura, o konuda dertliyim, hala e-mail’ler alıyorum, ulaşmak istiyorlar. Şu anda aktif olmayan Küçük bir yayınevinden çıkmıştı onlar, o yüzden insanlar o kitaplara ulaşamadılar. O kitapların bahtsızlığını Varolmayanlar da yaşasın istemiyorum. 

Varolmayanlar
Doğu Yücel
Doğan Kitap
439 sayfa
24 lira

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder