01.07.2011 (Radikal Caz Festivali Eki)
39’uncu İstanbul Müzik Festrivali 4 Temmuz’da başlıyor. Yaş aldıkça dinamizmini pekiştiren festival bu yıl, taze kalma amacını, tema, prömiyer ve eser siparişi yenilikleriyle iyiden iyiye hissettiriyor...
İstanbul Müzik Festivali direktörü Yeşim Gürer Oymak’la konuştuk....
Festival bu yıl, coğrafyalar arasında bir yolculuk yaptırmayı hedefliyor. Dinleyiciye ne duyurmaya çalışıyorsunuz bu temayla?
Biz programı oluştururken önce temayı değil, önce eserleri bulduk. Sonra, Alan De Botton’un ve Proust’un sözlerinden yola çıktık. Dinleyicinin bambaşka coğrafyalar keşfetmesini istedik... Klasik müzikte de özellikle 19’uncu yüzyıldan sonra ulusallığın çıkmasıyla birlike, yerel kültürlerin müziği, klasik müziğin içine girmeye başlamış, bu da yeni keşifleri beraberinde getirmiş... Bu anlamda yerel bazı motiflerin olması size yön gösterebilir...
Müziğin asıl mucizesi, zamanlar arasında yaptırdığı seyehat bir yandan da...
Bir konsere girdiğiniz zaman, müzik sizi alır, bir yerlere götürür. Uzaklara yolculuktur müzik, hem coğrafi hem de zamansal olarak. Bir yandan da kendi içinizde, kendi zamanınızın, yaşamınızın içinde de sizi seyehat ettirir. Buraya da gönderme yapmak istedik. Program içinde Hezarfen Ensemble’ın “Rüyaların Dili” diye bir konseri var. O eserde, dinleyeceksiniz, özel bir rüya dili var mesela. İzleyiciyi o rüyalara da yolculuk ettirmek istiyoruz. Hatta o konserde, bir, iki sürprizimiz de olacak. İstanbul Enerji Müzesi’nde, seyircilere uyku gözlükleri vereceğiz; ki hakikatten uykularına yolculuk yapsınlar...
Yerelliğe dönecek olursak, “ Yüzyüze” konserinde yerel özelliği olan iki enstrumanı bir orkestra içinde değil de yalın halleriyle değerlendirmişsiniz... Bu enstrumanları orkestra içinde kaybetmeme gibi bir kaygınız var mıydı?
Dediğiniz doğru, hakikatten bazen çok zorlama şeyler ortaya çıkabiliyor, füzyon şeklinde. Onun başarılı örnekleri de var tabi... Fakat biz burada daha çok mekanın özelliklerini gözettik. Programı yaparken mekanlara uyum sağlamaya çalıştık. Eseri mekana göre seçiyoruz, orayı herhangi bir konser mekanı olarak kullanmak yerine, mekanla özdeşleşecek konserler yapmak amacındayız. Mevlevihanede olan bu konseri, karşılıklı birbirini anlama üzerine kurguladık.
Festival programını yaparken, kendi çağında, yapıların dışına çıkan eserleri dinleyiciyle buluşturma gibi bir amaç güdüyor musunuz? Programda böyle eserler var mı?
Yeniliikçi eserler var. Aslında baktığınızda bir çok eser, kendi zamanı içinde yenilikçi. Bizim gibi geniş bir yelpazade Festival programını yaparken, bir döneme bağlı kalamazsınız. Dinleyiciye farklı deneyimler, farklı konser yelpazesi sunmak zorundasınız. Arka arkaya aynı tür, aynı formasyonda müziği koyamazsınız. Bir de tabi yenilikçi olmak zorundasınız. Çünkü festivaller izleyici için de, yorumcu için de, besteci için de, yeniliklerin ilk defa sunulduğu birer platform olmalı, herkes kendi sözünü söylerken, yeni bir deneyim yaşamalı. Festival hep taze ve canlı olmalı...
Siz göreve gelirken festival bir “şenlik” olmalı demiştiniz...
Benim amacım festivali şenlik havasına sokmak, insanlarla farklı heyecanlar yaratmaktı. Onu hemen yapamıyorsunuz, küçük küçük adımlar atarak yapabiliyorsunuz.
Bu yıl özellikle eser siparişi fikriyle daha büyük bir adım attınız...
Müzik Festivalinde daha evvel eser siparişleri yapılmıştı. Fakat belli bir düzende yapılan bir iş değildi. Daha çok Türkiyeli bestecilere eser siparişi verilirdi. Biz de bu yıl Türk bestecilere eser siparişi verdik; ama 2012’de şimdiden hem Türk hem de yabancı bestecilere veridiğimiz yine iki tane eser siparişi var. 2013 yılı için görüştğümüz bir çok besteci var. Bu böyle devam edecek. Festivalin ürettirmesi çok önemli.
Bu yıl siparişleri İlhan Usmanbaş ve Turgut Pöğün’e verdiniz...
2011 yılında Türk besteciler olmasını istiyorduk, İlhan Usmanbaş’ın 90’ıncı yaşı olması nedeniyle, bir senfonik eser yazar mı orada şüphelerimiz vardı. Fakat kendisiyle görüşür görüşmez şüphelerimiz yok oldu. Hakikatten kendisi hayatımda gördüğüm en dinamik en parlak bakan 90 yaşında bir beyefendi. Zamanından da önce verdi üstelik eserini.
Onun yanı sıra Turgut Pöğün’ün eserlerini duymuştuk, Hezarfen Ensemble’ın da birlikte çalıştığı bir besteciydi.
Eser siparişinde festival ekibinin herhangi bir müdahalesi ya da yönlendirmesi oluyor mu?
Öncelikle çeşitli bestecilerle irtibata geçiyoruz. Bunlardan, eser yazmayı kabul edenleri danışma kurulunda tartışıyoruz ve ondan sonra, eserin siparişini veriyoruz. Siparişlerde eserin içeriğine hiçbir şekilde müdahalemiz olmuyor, müdahale dışında, hiçbir şekilde yol da göstermiyoruz. Biz orada besteciyi tamamen özgür bırakıyoruz. Çünkü bestecinin, sanatçının eserini yaratırken kendilerini tamamen özür bırakmaları gerektiğini düşünüyorum. “İstanbul üzerine bir eser yazılsın, şunun üzerine bir eser yazılsın” benim tarzım değil. Bu şekilde çok da başarılı sonuçlar alınmadığını, bir takım başka eserlerden görüyoruz.
Müzik festivali, Türkiyeden sanatçıları açılış konseri gibi önemli noktalarda değerlendiriyor. Türkiye’den isimlerin festivalde yer almasını özellikle gözetiyor musunuz?
Biz her yıl açılışta Türk genç sanatçılara yer veriyoruz. Genç sanatçıların kariyerlerine olumlu etki yaratmak, önemli orkestralarla çaldırmak gibi bir amacımız var. Festivalin açılışını genç bir sanatçının yapıyor olması çok etkili bir durum yaratıyor. Ama bazı konserlerin zaten bize solisti hazır geliyor. Siz şeflerin belirlediği üç, dört isim arasından seçim yapıyorsunuz...
Sanatçılarımıza mümkün olduğunca doğru projelerde yer vermek istiyoruz. Örneğin, Liszt’in 200’üncü yılında İdil Biret’in bir resitali olması kaçınılmazdı bizim için. Kendi ülkemizden de yabancılardan da, proje bazında sanatçı seçiyoruz. Yani bu sene 10 tane Türk sanatçısı olsun diye yapmıyoruz programı. Önce repertuar ve uygun proje, sonra sanatçı...
Bu projelere uygun konser salonu bulmak sıkıntı yaratıyor mu?
En büyük problem konser salonu. İstanbul’un gerçek anlamda bir konser salonu, operası yok. Lütfi kırdar ve Haliç Kongre merkezlerine bakarsanız, oralar, çok amaçlı salonlar, sadece konser için yapılmış salonlar değil. AKM’nin öyle bir sahne kolaylığı vardi ki... Ve belli bir akustik şartını gayet iyi yerine getiriyordu. İstanbul’da tekti. Küçüktü, tamam 1300 kişilikti, ama ne seyirci ne de orkestra akustikten şikayet etmezdi. Bugün artık bir seçim yapmanız gerekiyor. Ya senfoni orkestrası getirmeyeceksiniz, doğru dürüst bir salon olana kadar ve sadece yaylı çalgılarla Aya İrini’de konser yapacaksınız. Ya da, “ne yapalım elimizdekinin de en iyisi bu” diyerek bu salonları kullanacaksınız.
Aya İrini’yi, bana kalırsa, sadece yaylı çalgılar orkestralarında, korolu eserlerde, vokal konserlerde kullanabilirsiniz, onun dışında büyük orkestralarda başka yerlere girmeniz gerekiyor.
Gelen büyük orkestralardan, teknikyetersizliklerle ilgili, olumsuz geri dönüşler alıyor musunuz?
Biz ipimizi sağlam kazığa bağlıyoruz. Önümüze kontratlar, istekler geldiğinde, mesela konser Aya İrini’deyse, “burası 1500 yıllık bir kilise, burada şu kadar şeyi yapamazsınız” diyoruz. Fakat orası çok büyülü bir mekan olduğu için, orada konser vermek isteyen, şartlara uyuyor. Her türlü teknik imkansızlıklar konusunda, kontratı imzalamadan karşılıklı teyidleşiyoruz. Lütfi Kırdar için de, Haliç Kongre Merkezi için de bu geçerli...
Sürekli yeni konser mekânları arayışı içinde olmanızın sebebi biraz da bu herhalde...
Bir yerde de çaresizlikten arıyorsunuz. Eskiden bir Darphane vardı, benden önce kısa bir dönem kullanıldı. Çok güzel bir akustiği vardı, şahaneydi, ama kapatıldı. İstanbul’un bilmediğimiz o kadar çok binası, mekanı var ki. Biz yıl boyu istanbul’da sürekli dolanıyoruz, turist gibi, “yeni yerler bulabilir miyiz?” diye. Kumkapıdaki bir takım kiliseleri falan da geziyoruz sürekli, yenilenenler var, hazır olur mu olmaz mı? Bir yandan da yeni mekân merak ediliyor. Yeni mekânların satışları çok iyi gidiyor...
Önümüzdeki yıl festivalin 40. yaşı doluyor. Hazırlıklarınızla ilgili ip ucu verir misiniz?
40’ncı İstanbul Müzik Festivali yine temalı olacak. Yine uluslararası bestecilere eser siparişlerimiz ve dünya prömiyerleri olacak. Ayrıca, Sir Simon Rattle yönetiminde Berlin Filarmoni Orkestrası’nın da konserini gerçekleştireceğimizi şimdiden müjdeleyebiliriz. Berlin Filarmoni dışında birkaç tane daha önemli orkestra da festivalin gelecek yılki konukları arasında olacak...
Peki müzik festivalinin sizin hayatınızda nasıl bir yeri var?
Ben konsere gitmeye kaç yaşında başladığımı bilmiyorum... İstanbul Müzik Festivali programlarını okumayı, zannediyorum, 13-14 yaşında başladım. 16-17 yaşında bütün yıl boyunca harçlığımı biriktirir, AKM’nin önünde bir gece evvelden kuyruğa girer, programı alır, işaretler, hesap eder, bilet alırdım.
Festivalin içinde büyüdüm. Bu pozisyona gelince, en büyük sevincim artık bilet peşinde koşmayacak olmam oldu. Bu kadar seneden sonra ödüllendirildim, diyorum ben.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder