13 Temmuz 2011 Çarşamba

Peyk’in dönüşü muhteşem oldu!


Mayıs 2011 (Taksim Face)

Bir adam hatırlıyorum. Bir avluda, el ayak çekilince çoğu zaman, yapmakta olduğu ne varsa bırakır, eline gitarını alır sakince bir şeyler mırıldanırdı… Ne çalıp söylediği şarkıyı, ne de ciddi ciddi müzikle uğraştığını biliyordum… Ama hayatta yapmayı en çok sevdiği şeyin bu olduğunu; gitarıyla yaşadığı âşkı yani, anlamak zor değildi.
Peyk’in vokalisti İrfan Alış; farkında değildir muhtemelen, ama hafızamda bir resim olarak durur bu sahne…
***
Yıllar geçip, 2007 yılında, Suluşaka’yla karşılaştığımda, albümün kendisinden evvel, bu anıdan hareketle heyecanlanmıştım. Peyk şimdi ise, İçimdeki İz’le karşımızda…
Müziğin insanın içinde gittikçe büyüyen bir tutku oluşuna; sevgi halesiyle çevrelenmiş bu tutkunun, zaman içinde hırsa dönüşmemesine; şarkılarını kaydetmeden geçen yıllara öfkelenmemenin erdemine; az sonra okuyacağınız söyleşiyi yaptıktan sonra bir kez daha hayran oldum…

Uzun yıllar albüm yapmak istediniz, hepiniz için ayrı ayrı zamanlar geçti,
sonra şartlar olgunlaştı, ilk albümü yaptınız. Şimdi ortalığın tozunu
attıracak İçimdeki İz’i elinizde tutuyorsunuz. Nasıl bir his?
İrfan Alış: Vallahi o his bende yok… Ama kayıt sonrası yorgunluk dönemindeyiz… Ortalığın tozunu kaldırmayalım, derim ben, yerleri sulayalım…
“İddiasız”; daha doğrusu ortalıkta dolaşıp artistlik yapmayan bir grupsunuz, en başından beri biliyoruz. Suluşaka iyi bir albümdü; ama hakikatten müzikal olarak da iddialı değildi, daha kendi halindeydi sanki.  Peyk belki hala aynı mütevazilikte; ama İçimdeki İz müzikal olarak son derece iddialı. Ne dersiniz?
İ: İddialı gibi olmuş olabilir; ama kasıt yok, pozisyon icabı…
Özgür Ulusoy: Doğru gerçekten. Ama şimdi siz deyince fark ettim. Aslında iddalı olsun diye yapmadık tabi albümü.
Sulu Şaka’yı kaydetmeden evvel elinizde çok fazla parça vardı; fakat sadece albüm olacak kadarını kaydetmiştiniz. Bu albümde o dönemden parça var mı?
Ö: “Yol”, “Acının Şarkısı”, “Aşk ki”. Özellikle bu üçü ben 96’da gruba katıldığımda vardı zaten. Mesela “Piç” de, ta o zamanlar var olan, İngilizce sözlü kötü bir şarkımız vardı, ondan uyarlama.
İ: “Acının Şarkısı” ilk yaptığım şeydir müzikte… “Şey” diyorum çünkü gitar çalamadığım dönemlerden kalmadır... Hoş, hala çalamıyorum ya, neyse… Askerlik dönemimde yazılmış, geri dönme umutları azalan, 19 yaşın İrfanı’nın yazdığı şeylerdir… Önemlidir… Ama yine de fazla karanlıktır… Yani çok eski şarkı var… Ertan’ın deyişiyle eski yeni…
O parçaları maddi imkânsızlıklar sebebiyle kaydedemediğinizi söylüyordunuz. Şimdi durumlar nasıl?
Ö: Aynı… Biraz daha sefilleşmişizdir belki, memleketle beraber.
İ: Aynen devam… Asgari ücret 600 lira bile değil… Biz şükredelim yine de… 5 milyon insan asgari ücretli bu ülkede… Yeni anayasada yazacakmış, insanca yaşamak falan… Yaa, değil mi? Ne güzel!
Hepinizin Peyk dışında işleri var bildiğim kadarıyla. Peyk’ten para kazanmak zorunda olmamanız müziğinizin dilini kurarken sizi rahatlatıyor-özgürleştiriyor mu?
Ö: Bunun da ötesinde, Peyk’in müziğinin çıkış noktası bu özgürlük zaten.
İ: Tam olarak özgür olamasak da, bir şekilde amaç hep özgür olmaktır…
Bu soruyu Peyk özelinde sormuyorum. Bütün müzisyenler için merak ettiğim bir şeydir. Çok aşık olduğunuz, hayatınızdaki bekli de en gerçek şey olan; müziği icra etmek için para denen yapaylığa ihtiyacınız olması nasıl hissettiriyor?
Ö: Genellemek gerekirse, eğer para yalansa, müzik hepten yalan dolan olur…  Ne yapalım, ortam bu!  Hikâye, yaptığınız müziğe para kaygısı bulaştırıp bulaştırmadığınız, daha çok.
İ: Bazen istediğimiz bir kayıt ortamı veya alet edevat dışında ben bunu hiç hissetmedim... Müziği icra etmek için tek bir şeye ihtiyaç var; arkadaşlara…
Albümün neredeyse tüm parçaları, çıkış parçası niteliğinde. Klibi Sobe’ye çekmeye nasıl karar verdiniz?
Ö: Mikrofonu İrfan’a devrediyoruz bu noktada...
İ: Karar vermedik! Kararı yönetmen Başar Kalıpçı verdi. Çünkü dinlemişti çok önceden, sözleştik ve karar verdi… Tabut fikrini de o buldu… Sevdik; ama asıl iş, çekimlerde oldu, üç gün sürdü, ekip harikaydı.
Animasyon kliplerinizi seviyorduk. Bu albümde yok mu?
Ö: Daha böyle bir şey düşünmedik. Ama olsa iyi olur bence de.
İ: Vallahi bilmiyoruz...
Vokalleri asla parçaların önüne geçirmiyorsunuz; bunu bilerek yapıyorsunuz. Ve çok sağlam sözler kullanıyorsunuz.  Dinlerken müziği de sözleri de, çok rahat takip ediyoruz. Dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
İ: Genelde hepimizin yaşadığı olaylardan yola çıkarak oluşturuyoruz sözleri. O sebeple, sözlerin samimi veya sağlam bulunması çok doğal aslında. Dengeye gelince; o zaten, müziği oluşturan bu insanların arkadaşlığından geliyor.
İlk albüm “arabesk” bulunmuştu, bu albümde arabesk öğeler silinmiş gibi. Kentin merkezine yaklaşmışsınız sanki. Katılır mısınız?
Ö: Bunu da siz sorunca fark ettim. Bu da doğru galiba.
İ: Katılmam; ama arabesk öğelerin azaldığını söyleyebilirim… İlk albümde, bize biçilen tarz gömleğini yırttığımızı hissediyorum.
Yanılıyorsam affedin, ilk albümde grup dışı müzisyen yoktu. İçimdeki İz’de farklı isimler göze çarpıyor.  Peyk’in tınısına ne kattılar?
İ: Çok şey… Canay Cengen, Veysel Çolak, Ozan Murat… Albümün üretim sürencindeki rolleri bizden farklı değil... Emek verdiler... Bir nevi beat kuşağı gibi, üreten ve yaşayan…
Ö: İlk albümde sound’la ilgili kaygımız yok denecek kadar azdı. Şarkıların kendi başına yapabilirliklerini daha çok merak ediyorduk. Bu albümde ise, özellikle renk sazları ve farklı gitar soundaları üzerinde durduk. Özellikle Veysel ve Canay bu albümde en az bizim kadar emeği olan kişiler. Onlar olmadan bu parçalar böyle olmuyordu.
Prodüktör olayına pek sıcak bakmıyorsunuz? Prodüktörün müziğinizi “piyasaya uyduracağını” hissettiğiniz için mi kaygı duyuyorsunuz.  Dünyada olup biteni çok iyi takip eden ve müziği bilen, müzisyenin isteklerine saygı duyan prodüktörler de var. Böyle bir dış kulağa ihtiyaç duymuyor musunuz hiç?
Ö: Bu biraz önce sorduğunuz soruyla bağlantılı. Bu albümde beraber çalıştığımız arkadaşlar aynı zamanda bu işlevi de yerine getirmiş oldular. Özellikle Ozan Murat, albümde bir şeyler çalarak değil, fikir bazında katkı yaptı. Olan ve olmayan şeylerden en az bizim kadar sorumludur kendisi, haberi olsun…
Az konser veriyorsunuz. İçimdeki İz’le birlikte sizi sahnede daha sık görecek miyiz?
İ: Umarım…
Ö: Dediğiniz gibi, hepimizin işi gücü olduğundan ayarlamak zor oluyor biraz. Ama yine de, Allah kerim, diyelim. Şimdiden ilk albümde verdiğimiz konser sayısına yaklaştık bile.
Son olarak, gelelim albümdeki “adam olmak” ve “piç” gibi cinsiyetçi ifadelere…  Bas bas bağırmayan; ama gayet içten muhalif bir tavır var albümde. Dolayısıyla dikkat etmenizi beklerdim. Cinsiyetçilik tâli bir sorun mu sizin için?
İ: “Kim sana büyük kadın ol diyor” deseydim, aynı etki olmazdı… “Adam” sözüm orada Polat karakteri gibi, maço ve sert birini tarif ediyor. Otobüs kuyruğunda rastlamazsın onlara, zengindir, sistemle iyi geçinir, kanun hukuk odur. Bunlardan o kadar çok var ki… Karısını öldürmüş 30 santim bıçakla… 29 kere bıçaklamış! Pişmanım diyor... ‘Hangisine?’ diye soruyorum bu herife... Kısaca ben, kadın ya da adam değil; insan olmaktan bahsediyorum… Ama insan…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder