15 Temmuz 2011 Cuma

'Bu bir olgunluk dönemi albümü'

2011 (Taraf)

Gevende ilk albümden yaklaşık beş yıl sonra ‘Sen Balık Değilsin Ki’ isimli albümüyle karşımızda.  Albümle ilgili söylenecek hem çok şey var hem de hiçbir şey yok. Çünkü Oktay Rıfat’ın şiirinden alınan bir dizeyle isimlendirilmiş albüm, kendiyle ilgili tariflerin en güzelini yine kendisi yapıyor. ‘Sen Balık Değilsin Ki’ Gevende’nin dünyasıyla bizlerimkini buluşturuyor.  Ahmet Bilgiç, Gökçe Gürçay, Okan Kaya, Ömer Öztüyen, Serkan Emre Çiftçi’nin elinden çıkan albüme Norveçli gitarist Eivind Aarset de katkıda bulunmuş.
Gevende’nin dünyasını biraz daha anlayabilmek için merak ettiklerimizi sorduk...
Alışılmışa benzemeyen bir müzik yapıyorsunuz ve ciddi bir dinleyici kitlesine sahipsiniz? Sizin gibi daha bir çok alternatif ve iyi işler yapan müzisyen var. Sizin farkınız ne?
Okan: Bazen farklı bir şey yaptığına çok inanan birisi bu farklılığını karşındakinden üstünlük olarak algılıyor. Seyirci bunu hissediyor ve müziğini almıyor.  
Öte yandan, çok farklı ve iyi işler var Türkiye’de; ama onu sergileyebilecek cesaret yok çoğu mekanda.  Bir de böyle işleri desteklemekten çok çıktığı anda eleştirmek gibi bir psikoloji var bu coğrafyada. Biz 11 yıllık bir grubuz. Bu kadar dinlenilmemiz ve konserler verebilmemiz de 11 yıl sonra oldu.
Sahneye çıktığımızda beşimiz müzik yapıyoruz ama salonda 300 kişi varsa kendimizi 305 kişi bir şey yapıyor gibi hissediyoruz. Bu da insanlara geçiyor.
Bu tavırda Eskişehirli bir grup olmanızın etkisi var mı?
O: Burada çok küçük yaşta müziğe başlayan insanların kafasına vuruyorlar, ‘sen onun gibi çalıyorsun, şöyle çal, böyle çalınmaz’ diye... Biz hepimiz başka şehirlerden gelip Eskişehir’de müzik yaptık ve bir fanusun içinde gibiydik. Bir anda temelleri atılmış bir grup olarak İstanbul’a geldik ve insanlar şaşırdı.
İlk albümü kabul edecek firma bulmakta zorluk çekmiş miydiniz?
Ahmet: Çok idealist olduğunu düşündüğümüz firmalar bile ‘bu çok sanatsal’ dedi. Biz neredeyse vazgeçiyorduk bu sevdadan. Sonra Sinan bizi bir konserde izledi ve filmlerdeki gibi birlikte çalışmak için kartını verdi ve Baykuş Müzik’le anlaştık. Böyle bir müziği ayakta tutmak için grup üyelerinin emeği yetmiyor, böyle bir dönemde bu iş yalnız yürümüyor.
Açıkça politik söyleminiz olmamasına rağmen dinleyici sizin muhalif olduğunuzu hissediyor. Üzerinizde baskı oluşturuyor mu bu?
A: Muhalif hiçbir söylem yokmuş gibi görünse de dışarıdan, sadece müzikle karşı tarafa politik bir söylem verebilmişiz. Bu bizi çok mutlu ediyor. Politik söylem illa kelimeyle, yazıyla, hareketle olmadığını çok net gördük. Herkes bizi belli bir ideoloji altında görüyor, ama biz onun adını telaffuz etmedik şu ana kadar. Çok güzel bir geri dönüş.
Gökçe: Çok insansı bir yerde durduğu için bize gayet normal gelen bir politik tavır algılanıyor. Örneğin, kadına karşı şiddete normal hayatında da karşısındır, bunun için Gevende olmaya gerek yoktur. Bu bizim  gündelik yaşamımızda kurduğumuz bir söylem...
İlk albümden bu yana hem müzik piyasasında hem sizin içinizde neler değişti?
A: 90’dan bu yana her sektörde kontrolsüz bir değişim var. Müzik sektöründe bu hepten kontrolden çıktı. Biz gevende olarak hiçbir zaman sektöre göre şekillenmedik. İlk albümümüz 20 yaşımızn müziğiydi.  Aradan baya bir süre geçti, müziği bırakın, gündelik hayatımız, yaşam tarzımız, Eskişehir gibi bir yerden 17 milyonluk bir şehre gelip buraya adapte olma çabası, kendi içimizde getirdiğimiz birliktelik, beraberlik duygusunu hiç unutmadan burada çok sağlam tutma çabası, bizi ister istemez daha da olgunlaştırdı. Bu müziğe de yansıyor. Bu dönem içinde başka müzisyenlerle çalışıp çok fazla besleniyorsunuz, geziyorsunuz... İstanbul gibi bir şehirde olunca zaten milyon tane şeyden besleniyorsunuz, bu beslenebilme sistematiğini oturtup bunu müziğe yansıtabildiğimiz bir albüm oldu. Biz kendi içimizde bir olgunluk döneminin ürünü gibi bakıyoruz bu albüme.
Bu albümde folk öğeler de silinmiş...
O: Evet. İlk albümde yaşımız gereği dinlediğimiz müzikler gereği öyle şeyler vardı ve müziğin biçimine daha çok önem vermiştik. İkinci albümde hem hissettiğimiz şeylerin değişmesi, hem biçimine aslında önem vermememiz... Ne hissediyorsak bunu çaldık. Şu an folk öğelerden çok uzaklaşmış, tamamen şehir, metropol ve İstanbul’un müziğini yapmışız diyoruz kendi kendimize...
Eivind Aarset albümün ruhunu nasıl evirdi?
O: Üniversite yıllarımız boyunca dinlediğimiz ve örnek aldığımız birkaç tane müzisyen vardı. Hep müziklerini anlamaya çalıştığımız. Eivind Aarset de bunlardan biriydi. Ahmet Oslo’ya gittiğinde tanıştı. Ona albümle ilgili hiçbir şey söylemedik, ona öyle bir kayıt yolladık ki o da bize öyle bir kayıt yolladı ki üniversite sürecinde ne kadar onu anladığımızı anlamış olduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder