30 Temmuz 2011 Cumartesi

KAYIT ALTI: Çocuklar gibi şen, kusursuz bir ses...

31.07.2011 (Taraf)

LP1
Joss Stone
Stone’d Records
Geçtiğimiz Perşembe 18’inci İstanbul Caz Festivali’ni kapattı Joss Stone. Başka bir ifadeyle, albüm turnesi kapsamında, Santralİstanbul Kıyı Amfi sahnesinde boy gösterdi. Birkaç gün evvel çıkan yeni albümü LP1’deki şarkıları bir de canlı dinleme fırsatı bulduk. İngiltereli genç şarkıcı, bu yeni albüm için “artık büyüyeceğim” dese de kırlarda kelebeklerin peşinden koşan çocuklar gibi şendi.
Konserde, “ben onsuz bir hiçim” dediği basçısını bol bol ön plana çıkardı. Beşinci stüyo albümü LP1’da da  bas ve gitar ön planda. Albümün genelini bu ikili götürüyor. Gitar soloları olukça dikkat çekici. Yer yer folk kokuyor LP1. Düzenlemelerde müzik yelpazesinin genişliğiyle bilinen Dave Stewart imzası var. Bu sebeple, albümün tınısını anlatırken, pop, soul, ve funk’ı da anmakta fayda var... Yepyeni ve bambaşka sıfatlarıyla anlatmamın mümkün olmadığı; ancan severek dinleneceğini düşünüğüm bir albüm bu... Pek çok kişinin bana katılmadığını bilmekle birlikte, Stone’un kusursuz sesini sonuna kadar kullanmak isteğiyle yaptığı nağmelerinin ve yüksek tonunun ara ara yorucu olduğunu belirtmeliyim.


Cults
Cults
Columbia
Ailelerinin dizinin dibine büyüyüp, ergenliğin sonlarına doğru seks, uyuşturucu ve sokaklarla tanışan; kafası karışan genç kadınların hikâyelerini anlatıyorlar. Rahat olun, olaylar Amerika’da vuku buluyor. Şaka bir yana,  1960’larda geçen ailesinden gizli sigara ve içki içip yatağının üzerinde dans eden genç kadın karakterli filmleri hatırlatıyor albüm. Tesedüf değil herhalde, Cults’ü oluşturan Brian Oblivion ve Madeline Follin iki genç sinema öğrencisi. Müziğe amatör olarak başlamışlar. İnternete sürdükleri birkaç parçaları meşhur olunca, önce epey şaşırmış sonra da korkmadan büyük bir plak şirketiyle anlaşma imzalamışlar.
En başta anlattıklarım boşa değil. Albümdeki şarkı sözleri genç bir kadının ağzından yazılmış, “Peki şimi ben ne yapacağım?” şaşkınlığıyla dolu...  Bir de erkek karakter var tabii, annelerin “ama o seni kullanmak istiyor, dikkat et” uyarılarına sebep olan. Kullanmak burada seks yapmak anlamına geliyor... Albümdeki müzik de, 1960’lara gitmemize zemin hazırlıyor.


New Brigade
Iceage
What’s Your Rapture
Danimarkalı grup Iceage, “müzik çevreleri”nde heyecanla karşılandı. Punk yapan yeni bir grubun ihtiyacıyla yanıp tutuşurmuş meğer herkes. All Music kendileri için, “Kim derdi ki, punk’ı bir grup Danimarkalı genç canlanıracak?” demiş, sonra da kenilerini 80’lerin hardcore punk ruhuna sahip oluğunu söylemiş. Teşbihte hata olmaz tabii, ama punk’ın canlanırılmaya ihtiyacı var mı, o tartışılır... Dört tane 10’lu yaşlarının sonundaki “delikanlı”nın oluşturduğu grup, “ağzı burnu kan içinde”ki sahne performansları ve henüz reşit olmamalarına rağmen ayık dolaşmamaları nedeniyle, kendi ülkelerinin basını tarafından sorgulanmıştı. Mekân fark etmiyor demek ki, tutuculuk her yerde aynı...
Doğuştan yapıbozumcu olduğunu hissettiğim ekibin, canlı kaydettikleri, anlamsızlıkla anlamlanan şarkı sözlerine sahip 25 dakikalık albümlerini dinlemek lazım...


The Suburbs
Arcade Fire
Merge
Bu yılın Brit, Grammy, Juno “en iyi albüm” ödüllerini aldılar. Albüm başta müziği sonra da eleştirelliği ile, son zamanlarda yapılan en iyi işlerden biri. Karı-koca olan Win Butler ve Régine Chassagne ile Will Butler, Richard Reed Parry, Tim Kingsbury, Jeremy Gara, ve Sarah Neufeld’dan oluşan grubun her şarkısının kendi içine bir konsepti var. Üzerinde fazlasıyla düşündükleri belli olan şarkıların her biri, adıkları ödüllerin haklarını verdiklerinin ispatı.
Gitar, davul, bas, piyano, keman, çello, klavye, akordeon ve mandolin gibi pek çok farklı enstrümanı kullanarak, varmak istedikleri yere varıyorlar.
Müzikleri belli bir düşünce sistemine dayanıyor. Bol bol modernizm eleştirisi yaptıkları bu albüm, müziğin de düşünce sistemine eşlik etmesiyle eleştirinin inandırıcılığını arttırıyor. Albüm çıkalı bir yıl olmuşken Arcade Fire’ı Kayıt Altı’na almak istememin sebebi örneğin, bir noktadan diğerine gitmenin optimum yöntemi olarak “sıraya girmeyi” benimsemiş, özgürlüğünün tadını çıkarığını sanırken aslında, kendi davranışlarının polisi olmuş, yani bir ileri bir geri hayatına devam eden bir karakteri anlatan “Modern Man”de kullanılan aksak ritmi yeniden keşfedip, bir kez daha hayran olmam...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder