29.07.2010 (Radikal)
Bir türün içine hapsetmeye çalışmadım hiç. Ama anlamlandırmaya çalıştığım kesin. Beş paraya satılan CD ’yi müzik çalara takıp dört duvar arasında dinlemeye başladım önce, keyif aldım; ama anlamlandırma çabam başarılı olamadı. Sonra internetten mp3 ’ünü indirdim, sokaklara çıktım. O gün o sokaktaki yürüyüşüm bir filmin parçası olsaydı eğer, mutlak surette sahnenin arkasına koyacağım müzik o albümden olurdu. Zihnim berraklaşmaktaydı. Zaman geçti, albümün sonlarına geldim. Sokağın orta yerinde dört-beş yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir çocuk beklenmedik bir şekilde kollarını açıp manalı-manasız bir çığlık attı, gülümsedim... Tesadüf bu ya, birkaç saniye sonra aynı çığlığı Çilekeş’in yeni albümü ‘Histeri Çalışmaları’nda duydum.
“Hayatı çekilir kılan şey ‘öngörülemez’ olması” diye düşündüm. Sanırım albümü dinlerken heyecanlanmamın sebebi de buydu. Histeri çalışmaları başından sonuna, dibinden ucuna kadar, müzikte ‘uyumsuzluğun’ ve ‘öngörülemezliğin’ hatta ‘yapı’ dışına çıkmanın haşarılığıyla örülü... Kartonette de yazıldığı gibi albümdeki müzik ‘aklın ötesinden dönüp gelen’di. İşte bu nedenle olacak ki, müzik marketlerde 5 liraya satılan albüm, grubun resmi internet sitesinden de ücretsiz indirilebiliyordu...
Taksim Meydanı’nda başlayan bireysel ‘Histeri Çalışmaları’ hikâyem Kumbaracı Yokuşu’na geldiğimde son buldu. Yokuşta Stüdyo 101’in kapısını çaldım, gruptan Görkem Karabudak, Ali Güçlü Şimşek ve Cumhur Avcil ’le ‘hepimizin’ ‘Histeri Çalışmaları ’nı konuştuk...
Bu albümde müzikte ‘yapı’yla derdiniz ön plana çıkmış, ne dersiniz?
Ali: Müzikle olan başlangıçtaki ve günümüzdeki iletişim biçimlerimiz arasındaki en büyük fark seslerin bireyleşmesine dair biraz. İlk önce gitara dokunuyorduk belki, bağırıp çağırıyorduk bir anlamda. Bir süre sonra sese saygı göstermek, sesle tanışmak geldi. Albümün hikâyesi (gerçeği diyeyim, hikâye deyince sanki çalışılmış bir şey gibi oluyor) bir bilinçaltı çalışması aslında... Bazı keşiflerin bazı yüzleşmelerin sonucu ve karşılaştığın şeyler de bildiğimiz popüler şeylere denk gelmiyor haliyle. Özellikle bir deneysellik içinde, ‘aman da kimsenin basmadığı şeyleri basalım’ diye gerçekleşmedi. Bir şekilde stüdyoda müzikle vakit geçirerek, müziği yaşayarak oluştu albüm. Çok bir bok yaptığımızdan değil, biz böyle bir şey yaşadık ve paylaşıyoruz...
Prodüktörlüğü de sizin yapmanızın nedeni özgür olmak istemeniz mi?
Görkem: 2005’te çıkan ‘Katil Dans’ albümümüzü kaotik yapısı bu albümün habercisi gibiydi. Daha önce çalıştığımız Volkan Başaran ve Tarkan Gözübüyük’le çok şey öğrendiğimiz keyifli zamanlar geçirdik. Biz zaten kendi içimizde bir şeyleri nasıl istediğimize dair her şeye karar verip, onların bir grup elemanı gibi bizimle olmalarını istiyorduk. Dışarıdan bir gözle bakıp da bize yapmamamız gerekenleri söyleyen insanlar değillerdi. Şimdi ise eğer bir hata bile yapacaksak bunu engelleyen birinin olmamasını istedik. Çünkü biz neysek son derece çıplaklık içinde olduğu gibi aracısız paylaşmak istedik. Biz kendi içimizde de bir kontrol mekanizması oluşturmadık. Mükemmel bir sound arayışımız yoktu. Nasıl çalıyorsak nasıl duymak istiyor ve hatta istemiyorsak onu paylaştık.
Albümde kayıt aşamasından sonra hiçbir oynama, ekleme, çıkarma yapmadınız.
Ali: Bu albümün herhangibir yerinde edit yok, sonradan eklenmiş bir şey yok, her şey olduğu gibi, her şey leş, her şey bazen çok temiz, bazen çok karışık, bazen çok sade... Bu bir düşünce yapısı gibi, bir psikologla seans gibi... Tatlı gitgeller var...
Neden internetten ücretsiz indirilebiliyor albüm?
Ali: Gerçekliğin sosyo ekonomiyle alakası olmadığı için parayla satılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Önceki deneyim ve keşiflerimizden biliyoruz ki bu piyasa içinde ‘gerçek’ olan bir şey yok. Herhangibir müzik parçasının satılması kadar saçma bir şey olamaz. Müziği zaten bir CD’ye sokuşturmak terbiyesizlikken, ‘Biz müzik yaptık. Alın, siz de bunu satın’ demek, sadece piyasalaşmış bir düzenin öğesi...
Bütün bu söylediklerinizden ‘dinleyicinin bu albümü anlasın’ diye bir kaygı taşımadığınızı hissediyorum.
Ali: Zaten orada büyük bir huzur var. Senin bir sesi duyduğunda yaşadığın şeyi asla kimse yaşayamaz. Yüzyıllarca besteciler yazdıkları şeylerin çalınmasını asla beğenmediler, ama asla onların istediği gibi çalınamaz. Demek ki ne? İç dünyadan dış dünyaya çıktığı anda herkesin müziği kendi içinde yaşaması ve anlamlandırmasına pay bırakmak, saygı göstermek gerek. Yani bu albümü beğenmen kadar güzel ve mutlu edici bir şey olamaz; ama birilerinin de albümü beğenmemesi bir o kadar anlamlı. Çünkü bir şey için ‘anladım’ denmesi en büyük tehlike.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder