16 Temmuz 2011 Cumartesi

'Romanlarımı okuyanlar bir karıncayı ezmesinler...'

Aralık 2009 (Remzi Kitap Gazetesi)




Üzerine tek bir satır yazmak bile kalemi tutan genç elleri tir tir titretmeye yeterken, pek çok yazarın onun hakkında söyleneceklerin eksik kaldığını hissetmesi yersiz midir?
Dünya edebiyatının yaşayan en büyük kalemlerinden Yaşar Kemal’in toplumsal muhalefete sahip çıkan her satırı, eşi benzerine rastlayamayacağımız bir üslupla verilen bir edebiyat dersidir.


Yaşar Kemal’in 1944 yılında yazdığı Fadik’in trajedisini anlatan “Pis Hikâye”nin basılması o yıllarda tek parti yönetimindeki devlet tarafından engellendi; (kitap daha sonra basıldı) ancak Yaşar Kemal'in içindeki yazar 1953 yılında Cumhuriyet gazetesinde dizi yazı olarak yayımlanan “İnce Memed”le çığlık attı. 50 yıl sonra da efsane gibi anılacak bu romanın okur tarafından çok sevildiği pek çokları tarafından anlatılır.


Bunun başlıca nedeni onun edebiyatının bugün bile kimseyle kıyaslanamayacak iki yanıydı: Birincisi büyük usta, gerçek Anadolu insanını anlatmaktaydı. Onu okuyan pek çok kişinin zihninde beliren bu özelliği, Fethi Naci, “Yaşar Kemal’in Romancılığı” isimli inceleme kitabında şu sözlerle anlatıyor: “Romancılarımız, Türk köylüsünü ya idealize etmişlerdir, ya da köylülerin kimi davranışlarını, düşüncelerini saklamışlar, kentlilere karşı ‘kol kırılır yen içinde kalır’ havasına girmişler, ya da köylülere büyük ‘mal’ diye, ‘kavat’ diye bakmışlardır. Bir Yaşar Kemal vardır romanımızda köylüleri ‘olduğu gibi’ gösteren; Yaşar Kemal, yaşantısına ve tanıklığına bağlı kalmış, gerçekçilikten sapmamıştır. Bunun içindir ki, Türk köylüsünü ‘olduğu gibi’ tanımak için elimizdeki tek kaynak, Yaşar Kemal’in romanlarıdır.”


“İnce Memed”i unutulmaz kılan ikinci neden ise onun uzun uzun, her şeyi yerli yerine koyarak ve Türkçenin, yereller de dahil bütün zenginliğini kullanarak yaptığı ve kalemiyle zihnimize âdeta bir resim çizdiğini hissettiğimiz tasvirleridir. A. Ömer Türkeş, Yaşar Kemal üzerine kaleme aldığı bir yazıda bu anlattıklarımızı şöyle toparlıyor: “Zengin sözcük dağarcığıyla görselleşen doğa, mekân ve insan tasvirleri, geleneksel anlatı dilini kullanışı, geçimini yüzyıllardır doğaya ve toprağa bağlı sürdüren, insanlardaki dış gerçeklik algısının hurafelerle, dogmalarla bezenmiş akıldışılığını hiç aksamayan diyaloglarla yansıtması, feodalitenin mülkiyet anlamındaki tasfiyesiyle köylülük ideolojisi arasındaki uyumsuzluğu açığa çıkaran kurgusu ve tek tek her roman kişisinin psikolojik derinliğine nüfuz edebilmesi, Yaşar Kemal’e kariyerinin daha ilk basamaklarında ülke çapında ün kazandırmıştı.”


Ağa zulmünü ve köylülerin mağduriyetini anlattığı “İnce Memed-3” için “Doğayı anlatırken dilin olanaklarını zorluyor Yaşar Kemal. Gitgide daha çok inanıyorum: ancak şiirle uğraşmış yazarlar düzyazıyı ustalıkla kullanabiliyorlar” diyen Fethi Naci, 1985’te kaleme aldığı bir yazıda onun romanları için önemli başka bir tespitte bulunuyor: “Son romanlarında, Türkçenin cümle yapısını da geliştirmeye çalışıyor; Fransızca cümle yapısına benzer bir yapı kullanarak daha uzun cümleler kuruyor, bu uzun cümleler anlattıkları için –özellikle doğa betimlemeleri için– çok uygun düşüyor.”


Yaşar Kemal'in “Binbir Çiçekli Bahçe”si


Yaşar Kemal’in kendisi ise edebiyatının kökenlerini şu sözlerle açıklıyor: “Bu yüzyılın olağanüstü olaylarından birini yaşadım.Çukurova’nın geçirdiği büyük değişimleri yaşamak, daha sonra da bunları gözlemlemek ve yazmak fırsatını buldum. Kendimi seve seve, beraberinde getirdiği tüm sorunlarıyla eski ile yeninin bir arada var olduğu bir geçiş döneminin tanığı olarak nitelendirebildim.”


Onun farkını yaratan ve “İnce Memed”e, “Teneke”ye, “Orta Direk”e, “Yılanı Öldürseler”e, “Deniz Küstü”ye, “Karıncanın Su İçtiği”ne yansıyan, küçük yaşlarda iç içe olduğu halk edebiyatı ile ergenlik yıllarında tanıştığı Dostoyevski, Çehov, Balzac gibi Batı edebiyatçılarının eserlerinin çarpışmasıydı. Yaşar Kemal bu çarpışmadan çıkardığı sentezi şiirle bezedi.


Usta yazar, bu çarpışmanın onda bıraktığı etkiyi yıllar sonra Nedim Gürsel’e bir tren yolculuğu sırasında anlatacak, Gürsel ise bu anısını “Yaşar Kemal Bir Geçiş Dönemi Romancısı” kitabında okurla paylaşacaktı: “Her yazarın bir Çukurovası vardır. Faulkner da, Kafka da, Joyce da bir bakıma kendi Çukurovalarını yazdılar…”


Aslında bu sentezden çıkan sadece edebiyat olmamıştır. Yaşar Kemal’in kaleme aldığı satırların aralarında egemen sınıfın karşısında duran ve azınlık diye addedilen kitlelere karşı duyduğu endişeyi ve bu endişeden gelen bir sorumluluğu sezinler okur.


Ancak altı çizilesi bir nokta vardır ki, onun endişesi ve sorumluluğu, bir entelektüelinkinden başka bir yerde durur. O, yaşadığı toprakların gerçek sahiplerinin, orada ‘yaşayan’ların diliyle, onların içinden konuşur. Politika üzerine söz söylerken takındığı tevazu Yaşar Kemal’in “Binbir Çiçekli Bahçe”sinin ilk sayfalarında gösterir kendini. Cem Erciyes’in yaptığı röportajda şöyle der: “Bilmediğim, anlamadığım işleri konuşmak bana iyi gelmez... Kusura bakma arkadaş benim Meclis kültürüm bu kadar.” Yaşar Kemal, bu tevazuyu gösterirken önünde dağların eğileceği bir cesareti de içinde barındırır. Aynı röportajda “Dünyanın görkemli toprağı Anadolu kimsenin babasının çiftliği değildir, insanları da yanaşma değildir” sözleri kimin tüylerini diken diken etmez?


Yaşar Kemal’in konuşmaları, röportajları ve kurgusal olmayan yazıları da romanları kadar alaşağı eder sıradanlığa alışmış zihinleri. İşte Yapı Kredi’den çıkan “Binbir Çiçekli Bahçe”, Yaşar Kemal’in toplumsalla olan derdini doğrudan kaleme aldığı bu yazıları içinde barındırır.


“Yazılarım Halkımıza Birer Çağrıdır”


“Binbir Çiçekli Bahçe”, yazarın 1995’te Can Yayınları'ndan çıkan “Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye” adlı kitaptaki yazısını da okuyucuya sunuyor.
Bu yazıda, "Bir ülke insanları insanca yaşamayı, mutluluğu, güzelliği seçecekse, bu önce Evrensel İnsan Haklarından, sonra da evrensel, sınırsız düşünce özgürlüğünden geçer. Buna karşı çıkmış ülkelerin insanları da, 21. yüzyıla onurunu yitirmiş, insanlığın yüzüne bakamayacak durumlara düşmüş insanlar olarak girerler. Ülkemizin onurunu, ekmeğini, toprağın kültür zenginliğini kurtarmak elimizde. Ya gerçek bir demokrasi ya da... hiç!" dedikten hemen sonra aynı yılın şubat ayında Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde Alman Der Spiegel dergisine yazdığı yazı nedeniyle verdiği savunmanın yer alması da, iç acıtıcı bir ironiyle yüz yüze getiriyor okuru.

Oysa Yaşar Kemal'in o savunmadan önce yaptığı basın açıklamasında hatırlattığı gibi milattan önce 7. yüzyılda yaşamış Anadolulu bir Yunan filozofunun dediği gibi "Ülkelerin türkülerini yaratanlar/kanunlarını yaratanlardan daha güçlü”...


Yaşar Kemal'in mahkemede yaptığı "Burada sanıldığı gibi öyle klasik bir savunma yapacak değilim" diye başlayan konuşma ise, onun toplumsal muhalefeti nasıl sırtladığını, toplumun vicdanına nasıl sahip çıktığını anlatarak bitiyor: “Benim yazılarım, halkımıza birer çağrıdır. Öncelikle batıdaki, doğudaki çocukları, savaşta ölmüş anaları çağırıyorum. Bu savaş en çok sizin yüreğinizi yaktı. Herkesi çağırıyorum, sayın yargıçlar sizleri de bu savaşı durdurmak isteyenlere katılmaya çağırıyorum. Bu ülke hepimizindir ve bu ülke insanlık tarihinde çok uzun yaşamaya layıktır. Hem de onuruyla yaşamaya... Unutmayalım ki, bir ülkenin insanlarının onuru en az toprağı kadar kutsaldır. ”


“Binbir Çiçekli Bahçe”, Yaşar Kemal’in düşünce deryasının köklerini sunarak, belki de yazara dair görüşlerin berraklaşmasına katkıda bulunuyor. Katalunya Uluslararası Ödülü'nü aldığında yaptığı ve yine kitapta yer alan konuşmasında “Bir Anadolu sözü var: Kırk yıllık yolda yaprak kıpırdasa, sen taa burada yüreğinin kökünde duyacaksın” diyor Yaşar Kemal ve devam ediyor: “Ülkemde insanlık tarihinin en büyük trajedisi yaşanıyor. Kürtlerin durumunu artık bütün dünya biliyor. Ve vurdumduymaz olmuş batının tüyü kıpırdamıyor. Gazeteci ve yazar olarak bütün Anadolu’yu yaşadım ve onların macerasına ortak oldum ve onların korkunç maceralarını yazdım. Bunu yazdığım için de başım hiçbir zaman beladan kurtulmadı. Kürt sorunundan uzak kalamazdım. Gözümün önünde oynayan bu korkunç trajediye katılmalıydım. Ben insanlık macerasına katılmayan insanı insan bile sayamıyorum.”


“İçimdeki Bu Damarı Kim Söküp Alabilir?”

Kitapta, Yaşar Kemal’in Dede Korkut incelemesi, Gogol ve roman sanatı üzerine yazdıkları, “İnce Memed”in İngilizce baskısı için hazırladığı önsöz gibi yazıları da yer alıyor.

“Kimlikler” başlığı altında, Orhan Kemal, Abidin Dino, Gökşin Sipahioğlu, Ara Güler, Zülfü Livaneli, Mehmet Uzun gibi isimleri de Yaşar Kemal’in kaleminden okumak mümkün.
Kitabın son bölümü olan “Konuşmalar”da ise, Le Monde, Cumhuriyet ve Radikal gazeteleriyle Yeni Atlas dergisindeki röportajları yer alıyor.

Kitap, Yaşar Kemal’in 1960'lardan 2000'lere kadar kaleme aldığı yazıları okuyucuyla buluştururken büyük romancının bu yıllar içinde dünyanın her yerindeki insanları her fırsatta doğaya, sanata, barışa çağırmakta nasıl inat ettiğini gösteriyor. 1996'da Katalunya Uluslararası Ödülü konuşmasında söylediği şu sözler akıllara kazınacak gibi: “Benim işim hep edebiyat oldu. Benim yazılarımı, daha doğrusu romanlarımı okuyanlar doğaya, insana sevgiyle dolsunlar. Benim romanlarımı okuyanlar insanoğlunu aşağılayamasınlar. Benim romanlarımı okuyanlar katil, savaş hayranı, ırkçı olamasınlar, savaşların nerede olursa olsun can düşmanı olsunlar. Bir ağacı kesmek değil, bir yaprağa dokunamasınlar, bir karıncayı ezemesinler, bir kelebeği tahtaya çivileyemesinler. Ben angaje bir yazarım. Benim içimdeki bu damarı kim söküp alabilir...”

Onu yıllarca anlamamış ve buna çabalamamış hükümetlere sırtını dönmeyen ve sabırla anlatmaya çalışan Yaşar Kemal'e hayranlığı bir kat daha arttıracak bu yazıyı okuyunca, söyleyin, sizin de içinizden “Kim o damarı söküp atmaya cüret edebilir, kim senin içindeki insanlığa dokunabilir” demek gelmiyor mu?

Yaşar Kemal’in dilsel dünyası

Ali Püsküllüoğlu “Yaşar Kemal Sözlüğü”nde yazarın romanlarında kullandığı Orta Anadolu terimleri, deyimleri ve atasözlerini bir araya getirmişti.

Abara: Su değirmenlerinde, suyun hızlı akışını ve dolayısıyla basınç kazanmasını sağlayan, tahtadan yapılmış, huni biçimindeki su yolu, ki sekiz on metre uzunluğundaki bu su yolundan düşen sular, alta ‘per’ adı verilen bir düzeneği işleterek taşın hızla dönmesini sağlar.

Ağır taş batman döver: Kişi ağırbaşlı olmalıdır, ağırbaşlılık her zaman iyidir, ağırbaşlılık erdemliliktir.

Bastık: Üzüm ya da incir pestili.

Berkiştirmek: Sağlamlaştırmak, sıkılamak, pekiştirmek.

Cehennemin zıbarası: Cehennemin tam ortası, cehennemin dibi anlamında bir ilenç sözü.

Cilpirti: Çit örmede ve yakacak olarak kullanılan bir çalı.

Çıvdırmak: Kafayı yemek, sapıtmak, delirmek, kaçırmak.

Duluk: Şakak.

Düğürücü: Kız istemeye giden kimse, görücü, dünürcü.

Gerneşmek: Uyuşukluğunu gidermek üzere kollarını, gövdesini gererek vücuduna gergin bir hal vermek.

Hara kalkmak: (At) Koşmak.

Hayma: Dört direk dikilerek üstü çalı çırpıyla kapatılmış gölgelik.

Hörtüklerden gitmek: Ölmek, gebermek.

Iydırmak: (Yağmur) Yağmak.

Sıykallaşmak: Cam gibi dümdüz ve kaygan bir hal almak.

Şipidik: Kızarık, hasta (göz).

Taşkala etmek: Alay etmek.

Tömtümüleşmek: Yaşlanıp beli bükülmek, çok yaşlanmak.

Umsunuk: Düş kırıklığına uğramak, umduğunu bulamamak, umuda düşmek ama elde edememek.

Zabın: Bir deri bir kemik kalmış, arık, düşkün, zayıf.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder