16 Temmuz 2011 Cumartesi

Cesur ve derin bir kadın: Ceyl’an Ertem

Ocak 2011 (Jazz Dergisi, sayı:61)




Gardrobunun önünde ayaklarını yere vura vura bunu giyeceğim işte diye bağıran minik kız çocukları gibi... Genellikle kış günü yazlık giyinmek istedikleri için ebeveyniyle inatlaşan... Ve hatta çoğu zaman kazanan...
Karikatürize etmek için değil; bilakis o çocukların dirençlerine inatlarına hep imrendiğim için...
10 yıl kadar önce Anima grubunun solisti olarak karşılaştık kendisiyle. Şimdi ise kendine ait ilk albüm projesi olan Soluk’la içimize girdi. Albümdeki 15 parçanın çoğu ona ait. Derin ve ağır, hem sözleri hem müziği hem de bir fırlatıp bir çektiği kusurlardan korkmayan cesur sesi. Albümdeki parçalarıyla kalbinin derinliklerini öyle açıyor ki, onu kötü kalpliler ülkesinde yaşayan yapayalnız bir masal kahramanı sanıveriyor insan; fakat yanılıyor. Çünkü o kadın, dayatılan hayatların karşısında dimdik duranlarla birlikte yürüyor. Belki de bu sebepten Ceyl’an adı. Ve belki de bu sebepten Soluk’ta yalnız başına değil Şevket Akıncı, Oğuz Büyükberber, Alp Ersönmez, Ozan Musluoğlu, Murat Çopur, Ayşe Tütüncü, Çağrı Sertel, Coşkun Karademir’in de içinde bulunduğu 50 kadar müzisyenle çalışıyor.
Ceyl’an Ertem’le hem Ceyl’an’ı hem Soluk’u konuştuk...
Anima’dan bu yana sadece müzikal değil içsel bir değişim de gözlemleniyor sizde. Halinize, tavrınıza, sahnede duruşunuza, hatta saçınıza başınıza bakıldığında bile pek çok şeyle barışmış, daha kendi gibi görünüyorsunuz. Ne dersiniz?
Anima kurulduğunda 20, albüm çıktığında 26, Joker’i yazdığımızda 21 yaşındaydım. Küçük bir kızdım. İlk kez Anima’yla sahneye çıktığımızda seyircilere bakamıyordum, Tunçay’a bakıp söylüyordum şarkıları, yere bakıyordum. Mikrofonu elime alamıyordum, ayaklıkta duruyordu. Bu büyüme sürecine herkes tanıklık etmiş oldu. Utangaçlığım geçti. Şu andaki rahatlık ondan olabilir. Anima dağıldığı gün çok üzüldüm ama kendimi toparlayıp proje üretmeye başlamam bir hafta sürdü. Hemen kafamı toplayıp bu projeyi yazmaya başladım.
Sahnede şarkıların içine o kadar giriyor, bedeninizi o kadar özgür bırakıyorsunuz ki, insanın size bakınca şarkı söyleyesi geliyor...
O da bu utangaçlıkla alakalı aslında. Bir dönem hep gözlerim kapalı söylerdim. Gözlerini kapatınca ellerin de başka şekilde hareket etmeye başlıyor. Sonra gözlerini açıyorsun, karşındaki insanla oynamaya başlıyorsun. Biri dans ediyor, sen de ona göre deviniyorsun. Sahnede dinlediğim, sevdiğim, seyrettiğim şarkıcılar da enteresan devinimleri olan şarkıcılar. Güzel görünmek, estetik durmak kaygısı olmayan şu anda ağzımı oraya çekmeliyim çünkü o ses öyle çıkabiliyor diyen şarkıcılar. Müzeyyen Senar, Meredith Monk, Björk, Bergen, Edith Piaff, Billie Holiday gibi, hep kadınları saydım...
Kadın demişken. Gündelik yaşamda kadınların uğradığı ayrımcılık malum ama bize bir kadın müzisyenin halini anlatır mısınız biraz?
Türkiye’de kadın müzisyenler üzerine araştırma yaptığım ‘cadı avı’ projemle ilgili röportaj yaptığım kadınlara da sorduğum bir soru bu. Bir kadın olarak ben ya da başka bir müzisyen yaşamıyor olabilir, ama bir tane kız sadece rap söylemeye çalışıyor diye bir köprüden saçlarından sallandırılabiliyor, ben bun biliyorum. Herhangi bir gazetenin üçüncü sayfasını açtığınızda, makarnayı soğuk getirdi diye öldürülen kadınlar var ülkemizde.
Sahne kıyafetimle evimden çalacağım yere giderken bile onlarca bakışa maruz kalıyorum. Türkiye’de kadın, kadın müzisyen, idealist bir kadın müzisyen olmak gerçekten çok zor. Çok iyi bir caz piyanisti Berklee’ye gidiyor orada dünyaca ünlü bir davulcu ‘kadın gibi çalma’ diyor. Bitti işte...
Soluk’ta 50 kadar müzisyenle çalıştınız. Hislerinizi bu kadar kişiye geçirmek ve kendinizi anlatmaya çalışmak zor olmadı mı?
Çalan müzisyenlerin hepsi benim çok yakın arkadaşım. Çok uzun zamandır dinlemeye giderdim her birini. Nasıl çaldıklarını nasıl şarkı söylediğim kadar iyi biliyorum. Daha önce birbiriyle hiç çalmamış olanlar da çaldı, enstrumanını daha önce hiç kullanmadığı şekilde kullanan müzisyenler de oldu. Ama hepsi beni o kadar iyi anlıyordu ki... Çağrı Sertel ‘Bir tane Cey’lan düğmesi var bende gelmeden önce ona bastım, şu anda öyleyim’ diyordu.
 Bu albüme yansıyan da bütün bunların güzelliği oldu. Çoğu şarkı tek kez çalındı. Her biri çok içtendi. Coşkun’un (Karademir)bağlama çaldığı kaydın üzerine, ağlamaktan söyleyemedim. Parçayla ilgili hislerimi o kadar iyi anlamıştı ki... Yetenekli ya da çalışkan olmaktan çok maneviyat taşıyor olabilmek önemli. Albüm sırasında herkes bu şekilde çaldı. Ben parçanın rengini anlattım önce, al bu notalar bunlar da akorlar deseydim belki bu kadar iyi olmayacaktı...
Albümde Neşet Ertaş’ın ‘Gönül Dağı’ türküsününe yeniden hayat vermişsiniz. O kadar hisli olmuş ki...
Albüm fikri geliştiğinde Nâzım’a parçasına Erkan Oğur çalmalı Gönül Dağı’nda da Neşet Ertaş intro çalmalı dedim. Sonra da dedim ki ‘Ne oluyor Ceyl’an sana? Sen onlara bir şey verdin mi de bir şey alacaksın?’ Belki iki albüm sonra albümümü götürüp ‘Şimdi beni dinler misiniz? Ben böyle biriyim’ diyebilirim. O nedenle vaz geçtim. Cihan Murtezaoğlu Nâzım’a parçasına çaldı; ki muhteşem çaldı. Gönül Dağı’nın kaydı öncesi çok rahatsızlanmıştım. Kayıtta bulunamadım. Çok endişeliydim. Coşkun parçayı o kadar hissetmiş ki, intro’yu uzun çalmış... Dinledim, ‘dokunmuyoruz buna ve albümde başka bir track yapıyoruz’ dedim. Coşkun’la tanışınca birbirimizi o kadar iyi anladık ki, neredeyse insanların o hep bahsettiği enerjiye inanacaktık. O da demlenmeye çalışan ama İstanbul’da yaşayan bir adam.
Nâzım’a parçasını hangi duygular içinde yaptınız?
Nazım’a parçasını Hrant Dink’in öldürüldüğü gün yazdım. O sıralar çok fazla tekrar tekrar Nâzım okuyordum. ‘Benerci Kendini Niçin Öldürdü’yü okuyorum. O kitap çok ağlatır beni. Çok acayip bir hissiyat içindeyim, biraz bize de kızgınım, bu apolitik genç tayfaya. Düşünceleri yüzünden acı çekmiş, öldürülmüş herkesi düşünerek başlayıp sadece Nâzım üzerinden devam ettim. Sanki onun bir arkadaşıymışım gibi, onunla bir konuşma haline girmek istedim. Onu öldür, öbürünü hapse tık, diğerini parçalara ayır. Bu şekilde bir yere varamayacaklar. Bu ormanı yakamazsın...
Bir Sezen Aksu hayranı olduğunuzu biliyoruz. Zaman zaman Sezen Aksu tribute konserleri yapıyorsunuz. Son dönemde kendisine yapılan eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sezen Aksu’nun “Her kahraman bir gün can sıkar” diye bir lafı var. Çok doğru bir laf. Kendisi kendisi için bunu söylüyor. “Bir beyin cerrahı benim yaptığımın yüz katını yapıyor, neden benden bahsediyorsunuz” diyor. Sezen Aksu Türkiye’deki en iyi müziği yapan en iyi tavrı gösteren bir değil. Eleştirilmeli. Ama şöyle bir eleştiri olamaz ‘ah keşke o ameliyatı geçirirken ölseydi’. Kadın’ın böyle eleştiri alması bir faşizm. Sezen Aksu benim için anılarımın kadını, annemin, halalarımın, teyzemin idolüdür. Çocukluğumda dinlenmiş, izlenmiş, taklit edilmiş biridir. Ne zaman geçmişi hatırlasam bir Sezen Aksu şarkısı kulağıma çalınır. Albümde de o yüzden Sezen Aksu’ya teşekkür ediyorum.
Sezen Aksu, Onno Tunç, Atilla Özdemiroğlu birlikteliğinden çok şahane şarkılar doğduğuna inanıyorum. Tribute’larda o şarkıları söylüyorum ve çok zevk alıyorum.
Çok kötü şarkıları da olmuştur Sezen Aksu’nun. Işık Doğudan Yükselir’den sonrasını dinlemem ben. Oraya kadar 30 tane benim olmasını istediğim, bayıldığım şarkıları var.
En çok bu detonelik ve referandum yüzünden üzerine gidilmeye başlandı. Detone olabilirsin, boğazına bir şey düğümlenir, bir şeye üzülürsün, hastalanırsın, detone olursun...
Herkesi sevmek ya da saygı duymak zorunda değilsin ama biraz daha akıllı, zeki, insani bir tavır takınabilirsin. ‘O ölsün’, ‘o gitsin’, ‘o defolsun’, bunların hiçbiri eleştiri değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder