25 Temmuz 2011 Pazartesi

KAYIT ALTI: Müzik sektörüne alternatif bir nefes...

24.07.2011 (Taraf)





Almost Like in the Past
Loxandra
Eterna Prodüksiyon
Yeni kuruldu Eterna Proüksiyon. Yıllardır müziğin dinleyiciye buluşmasının en sıcak adresinde, müzik mağazalarında çalışan, dolayısıyla alıcının nabzını gayet sağlıklı şekilde tutma imkanına erişen iki isim, Ali Doyran ve Sertaç Topuksal’ın girişimi bu. Dolayısıyla çıkış noktaları dinleyici -ya da alıcı diyelim- odaklı. Malûm, ithal albümlerin Türkiye’deki satış fiyatları oldukça yüksek. Üstelik özellikle bağımsız firmalardan çıkan geleneksel müzik albümlerini burada bulmak pek kolay değil. Eterna, işte bu sebeplerle, yurt dışında piyasaya sürülen albümleri lisans edip, Türkiye’de basmak üzere kuruldu. Albümler yerli fiyatından satılıyor.
Firmanın ilk iki kaydı, hafta başında piyasaya sürüldü. Başlangıç noktamız Yunanistan. Zaman içinde coğrafya genişleyecek. Firmanın gelecekteki hedefi, farklı kültürlerden müzisyenleri buluşturan özel projelere imza atmak.
Çıkan albümlere dönersek, ilki, Yunanistan’dan Loxandra isimli bir gruba ait. İzmir, İstanbul ve Selanik’te söylenegelen geleneksel ezgileri yeniden yorumluyorlar. Modernist bir bakış açısıyla değil, mümkün mertebe ilk hallerine bağlı kalarak. Çünkü ekip, kentleşmenin müziğe, icralara tesir ettiğini, yapıyı bozduğunu düşünüyor. Albümün adı bu nedenle “neredeyse geçmişte olduğu gibi”. Anadolu müziğinden de beslenen Loxandra’nın ud, klarnet, darbuka, bendir, tambur, kanun, keman, ney ve davulun da içine olduğu kalabalık bir enstruman grubuyla seslenirdiği 12 ezgi, Türkiye ve Yunanistan arasındaki sınırların yapaylığını hatırlatarak içimizi ferahlatıyor; karşı kıyıda yenen baklavanın üzerine bir bardak su içmek gibi...

Komşudaki Sesimiz
The Empirotechnes
Eterna Prodüksiyon
“Doğduğumuz yerlerde, nesnelerin bizlere daha seçim yapma zahmetini tanımadan, gönlümüzü fethettiği yerlerde, dış dünyanın yalnızca kişiliğimizin bir uzantısı gibi göründüğü yerlerde hissettiğimiz rahatlık gibisi yoktur” Haddimi aşıp, albümü dinlerken yaşadığım rahatlığı George Elliot’ın “Floss’taki Değirmen”indeki gibi anlatabilmeyi hayal ediyorum... Küçükken Yunanistan göçmeni anneannemin çekmecelerini karıştırıp bulduğum kasetlerdeki seslere benzettiğimden herhalde, “komşu”dan gelen bu albümü, ancak, tanıdık, yakın ve tüm göçebeliğine rağmen ev gibi sıcak diye tarif edebiliyorum... Yerinden edilmişlerin çağında büyüyen sanat yaratıcılarının, kendilerini yerleşmiş hissetmemelerinden kaynaklanan göçebelik bu, zaman içinde özgün, biricik bir sese dönüşmüş... Tek bir ülke yok, The Empirotechnes, Balkanlar’dan taşan ezgileri zamandan arındırıp, en duru halleriyle karşımıza getiriyor. Geleneksel Yunan müziğinden klasik Türk müziğine uzanan; Trakya karşılamalarına, Rebetlere yaklaşan bu ezgiler, uzaklığın ve eskiliğin getirdiği “ilginç” kimliğinden kurtulup yüzümüzü gerçeğe döndürüyor...


Dan Berglund’s Tonbruket
ACT
Saygısızlık belki; ama sadece çok iyi bir müzisyen olduğu için değil, 2008’de hazin bir şekilde müzikten ve bizden kopup giden Esbjörn Svenson’un yadigarı oluğunu hissettiğimden içimdeki kıymeti katmet katmer Dan Berglund’un. Yıllarca Svenson Trio’nun bası olan Berglund’un kendi adını taşıyan ilk albümü bu. “Seslerle dünyalar yaratabilirsiniz” diye bağırıyor. Albümün bütünü de tek tek parçalar da iç içe geçen duygu durumlarının tarifi gibi... Sadece müzikal bir zevk değil, aynı zamanda, kendi içinizden başlayıp, albümdeki müzisyenlerin içine doğru yaptığınız yolculuğun zevki alığınız...
Svenson’dan izler duymayı bekleyerek elime alığım albüm, bu beklentimi de karşılıyor... Özellikle Andreas Werlin imzalı perküsyon sayesinde, ne zaman neyle karşılaşacağınızı kestiremediğiniz başına buyruk albümün 10 parçasında da garip ve sakin bir hüzün hakim... Nasıl desem... Dimço Debelanof’tan yardım alayım “Bir serseri üzgünün gizli ağlayışları” gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder